Ankara Sohbetlerinin bu haftaki konuğu CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın.
ANKARA – AKP’nin iktidarı döneminde çiftçinin 30 milyon dönüm ekim alanınını işlemekten vazgeçtiğini belirten CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın, “Buna neden olan AKP’nin dışarıda 5 milyon dönüm arazi kiralayarak tarım üretimi yapacağını söylemesi trajikomik” dedi. Ankara Sohbetleri’ne konuk olan Gökhan Günaydın, Ankara Temsilcimiz Ferit B. Parlak ve arkadaşımız Canan Sakarya’nın sorularını cevaplandırdı.
Eylemcilerin çoğunluğunun ‘partilerüstü’, ‘siyaset dışı’ olarak tanımladığı Taksim Gezi Parkı direnişini, CHP nasıl okudu?
Ben, Taksim Gezi Parkında yaşanan olayların iki yönünün olduğunu düşünüyorum. Birincisi dayatmacı merkezi yönetim anlayışına toplumun yeni orta sınıfının hayır dediği ve buna yönelik ciddi bir reaksiyonu geliştirdiğini görüyoruz. İkincisi, katılımcı olmayan kent yönetimlerine yönelikte ciddi bir reaksiyon var. Vatandaş, Başbakanın her çıktığında toplumu azarlamasına, kendilerine sorulmadan kendileriyle ilgili kararlar alınmasına ve bu kararlarla da kendi yaşam alanlarının kısıtlanmasına ‘hayır’ diyor ve bu çerçeve içerisinde bir reaksiyon geliştiriyor. Bu toplulukların niteliğine ilişkin olarak yapılan araştırmalar var. Bilgi Üniversitesi’nin Taksim’de 3 bin denek üzerinde yaptığı araştırma yayınlandı, burada bu çocukların yüzde 65’inin 30 yaşın altında, yüzde 70’inin herhangi bir siyasal partiye kendisini yakın hissetmediği ve yüzde 54’ünün ise hayatlarında bir eyleme katılmadığı yolunda bir sonuç üretilmiş. Ben 30-31 Mayıs tarihlerinde eylemin en sert olduğu iki gün Taksim Gezi Parkındaydım ancak şu unutulmasın aktivistler, gençler meydanlarda ancak esas ana kitle mahallelerde tencere tava çalışıyor, ışık açıp söndürüyor bu analiz onlar için geçerli olan bir analiz değil. Dolayısıyla şunu açıkça ifade etmek isterim ki bunu salt bir gençlik hareketi olarak görmemek bunu yeni orta sınıf itirazı olarak kaydetmek ve analizi bunun üzerinden geliştirmenin daha yararlı olacağını düşünüyorum. Eylemlerin odağında Başbakanın kişiliği ve söylemleri var, dayatmacılık var ama aynı zamanda hiç konuşulmayan başka bir şey var İstanbul’u Kadir Topbaş yönetiyor fakat Kadir Topbaş’ın ‘AVM yapılmayacak, AVM’ye ihtiyaç yok’ dediği alanlarda Başbakan ‘Hayır AVM yapılacak Topçu Kışlası yapılacak, buralar yıkılacak ‘diyor. Dolayısıyla insanları bu karmaşaya yönelik ve kentlerinde adam yerine koymamak tutumuna yönelikte ciddi bir itirazlarının olduğunu görmek gerekiyor. Şunu söylemek istiyorum; nihayetinde katılımcılık politikasını yenileyemeyenler, çevre dostu, ekolojiye, tarihe, doğaya saygılı bir politik anlayışı benimseyemeyenler ve gençlik politikalarını yenileyemeyenler bu yeni dönemin arkaikleri olarak eskiyeceklerdir, bu görülüyor.
Bu olaylar sosyolojik olarak size ne anlatıyor?
Türkiye’de 50 kentte insanlar her türlü şiddete rağmen sokağa çıkabilen bir hareketi küçümsememek gerekir. Bu hareket kimsenin kontrol edebileceği manipüle edebileceği bir hareket de değildir. 30-31 Mayısta dünyanın biber gazını sıktınız ve insanların dağılmadığını, direndiğini gördünüz. CHP, 1 Haziran günü Kadıköy Mitingini iptal ederek Taksime döndüğünde polisleri çekmek zorunda kaldınız ve o günden bugüne Taksim’de olay çıkmıyor, insanlar gidiyor, orada meydanlarda senin kesmeye çalıştığın ağaçları koruyan bir çevreci hareketin önderliğini yapıyorlar. Orada bir komün yaşamını geliştiriyorlar, her şey dayanışmaya her şey bölüşmeye ait, Müslüman Sosyalistlere Miraç Kandili’nde herkes saygı duyuyor, bu yeni ruhun ne anlama geldiğini gösteriyor. Başbakanın üç gün sonra dağılırlar demesi bu meseleyi kavrayamadığını gösteriyor. Bu eylemin dozu artar azalır ama siyaseti biçimlendirecek ve değiştirecek yeni bir hareket yeni bir dalganın Türkiye’de habercisidir bu yeni dalga Avrupa’da daha önce görülmüş bir dalgadır şimdi de Türkiye’de etkisini gösteriyor.
Daha önce de eylemler oldu ama olayların bu kadar büyümesi sadece polisin sert müdahalesi ile açıklanabilir mi?
Daha önce de eylemler oldu ama olayların bu kadar büyümesi sadece polisin sert müdahalesi ile açıklanabilir mi?
Taksim’de ortaya çıkış bir çevre duyarlılığı, Taksim Gezi Parkı küçük bir alan ama Taksim İstanbul’un kalbi. Sanatçı için de genç için de herkes için son derece önemli, Atatürk Orman Çiftliği de önemli. Taksim’deki birikim ‘yeter artık’ birikimidir. Çevre ve ekolojik duyarlılıktan çok bir siyasi duyarlılığı da yansıtmakta. Apolitik gençler, yarısı hayatlarında ilk defa eyleme katılan gençler karşılarında diktacı bir anlayışın olduğunun farkındalar ve 21.yy teknolojisiyle, aklıyla, yeni yöntemlerle buna ‘hayır’ diyorlar. Şakası, esprisi, halkın kendi içinde diyalogları, bütün bunlar bir şeyin ifadesi. Orada sosyalist gruplarla asla bir araya gelemeyen gruplar var aynı alanı dostça paylaşabiliyorlar, sol bir siyasal görüşe sahip olmayanlar, hatta siyasi anlamda daha liberal gençler gitar çalarak kendilerini ifade ediyorlar Müslüman Sosyalistlerden, ülkücü gençlere kadar insanlar birlikte yaşamanın ve birlikte itiraz etmemin tadını yaşıyorlar. Bu meseleyi Gezi Parkı vesilesiyle patlayan bir tepki olarak görmek lazım, Gezi Park nedeniyle patlamasa başka bir nedenle patlardı.
2014’de üç sandıktan bahsediliyor. Bu olaylar neticesinde oluşan toplumsal muhalefet sizce birebir sandığa yansıyabilir mi? Ya da bir takım radikal değişikliklere yol açar mı?
Bir siyasetçi olarak değil bütün içtenliğimle ve samimiyetimle söylüyorum Recep Tayyip Erdoğan’ın hem içeride hem dışarıda meşruiyeti ciddi anlamda sorgulanmaya başlanmıştır. Yani 2005-2006 yıllarından Türkiye’yi demokratikleştiren lider olarak Recep Tayyip Erdoğan’ı tanımlayanlar ‘yetmez ama evet’ diyenler maskenin düşmesi sonucu ortaya çıkan yüzü tanımlamışlardır, ve artık ‘hayır Türkiye bu şekilde devam edemez’ diyorlar. ABD’den, Avrupa’dan bütün ülkelerden ciddi itirazlar geliyor hatta bu traji komik noktalara geliyor. Putin bile Türkiye’ye demokratikleşme çağrısı yapıyor, Esad Suriyelileri Türkiye’ye gitmeme noktasında uyarıyor. Bütün bu süreç meşruiyet sorgulamasıdır. Bir hükümet meşruiyetini iki noktadan alır. Birincisi kendisini akıl ve vicdana hitap ederek kabul ettirir, bu toplumsal meşruiyettir, ikincisi de kendisini polis devlet uygulaması ile zora dayalı uygulamalarla kabul ettirir bu da zora dayalı meşruiyettir. Ben AKP’nin artık zora dayalı bir meşruiyetle ayakta durduğunu düşünüyorum, Başbakanın yüzde 50’yi zor tutuyoruz sözü Türkiye’nin nasıl bir ruh hali içinde yönetildiğine yönelik çok tehlikeli bir işarettir, bir hükümet iktidarda kalmak için iç savaşı göze alırım diyemez çünkü bu muhalefetinde geliştirdiği bir hareket değildir. Önemli olan toplumların ne istediğini halkların ne istediğini görmek anlamak ve ona göre bir tutum geliştirmektir, fakat Recep Tayyip Erdoğan’ın böyle bir ruh hali içinde olmadığını böyle bir kişilik ile ülkesine bakmadığını hepimiz biliyoruz.
Türkiye yönetilemiyor yönetilemediğine dair çok ipucu var iç ve dış politika da ekonomi de ciddi işaretler var fakat bu Meclis aritmetiği içinde başka bir şey çıkmasının da mümkün olmadığını görmek lazım. Dolayısıyla biz ‘Hükümet istifa et demiyoruz yönetebiliyorsan buyur yönet ama yönetemiyorsan bu memlekette başka çözümlerin görülmesi lazım’ diyoruz. Partimi bağlamayacak şekilde benim şahsi görüşüm şöyle: 10 ay daha bu sürece böylece tahammül etmek zorundayız, Recep Tayyip Erdoğan’a tahammül etmek zorundayız diye düşünüyorum. Fakat yerel seçimlerde bu olayların sandığa yansıması durumunda ağır bir yerel seçim yenilgisiyle nisan sabahına uyanan bir AKP Hükümetinin artık iktidarda kalamayabileceğini değerlendirmek lazım dolayısıyla mantıkla siyasetin gerektirdiği serin kanlı bir duruşla ve ülkeye olan borcumuzun farkında olarak önümüzdeki süreci izlemek ve tutum geliştirmek zorundayız.
CHP önümüzdeki mart ayında yapılacak seçime hazır mı? Ankara, İstanbul, Çankaya gibi yerlerde adaylar netleşmeye başladı mı?
22 Mayıs 2012 tarihinde CHP İstanbul’da yerel seçim strateji belgesini açıkladı yani biz yerel seçim strateji belgesini açıkladığımızda seçimlere 2 yıl vardı, bu 2 yılı takvimlendirerek bir eylem planına bağladık bu çerçevede anketleri kamuoyu yoklamalarını yapıyoruz, yerel yönetimler proje fuarı gerçekleştirdik. Belediyelerimizin yaptıkları çok önemli işleri hem birbirlerine hem topluma göstermek, hem de CHP’nin değişen belediyecilik anlayışını toplumla buluşturmak için bir misyon üstlendik. Yerel yönetici eğitimlerimize başladık 30 büyükşehirde iki günlük, 51 ilde bir günlük olmak üzere eğitimlerimizi yapıyoruz, büyükşehir yasası ile ilgili, muhtarla ilgili kitaplarınız çıktı. 8-31 Temmuz tarihleri arasında aday adaylığı başvurularımızı alacağız, 15 Temmuz itibariyle seçilmişlerin istifasını isteyeceğiz buna eş zamanlı olarak seçime gireceğimiz bin 396 noktada hangi yöntemi uygulayacağımıza karar vereceğiz.
Seçilmişlerin istifası derken il ve ilçe başkan ve yönetim kurulu üyeleri, belediye başkanı ve il genel meclisi ve belediye meclis üyesi olacaklarsa en geç 15 Temmuz tarihi itibariyle istifa etmek durumundalar. CHP bir yıl önceden başlayan bir süreci bir yıl sonraya uzayacak bir çalışmayı 30 büyükşehir ve 51 ilde yürütüyor ve iddialı. İstanbul, Ankara özellikle asılacağımız yerlerdir ama mesela Adana önemli Denizli, Manisa, Kars, Burdur, Bartın bizim için önemli yani CHP elinde olanları muhafaza edecek elinde olanların yanına Hatay, Gaziantep gibi yenilerini koyacak. Bu anlayış CHP’nin bu meseleyi sadece yerel seçim sürecinden ibaret görmemesi ile açıklanır. Kimi takımlar çok ünlü bir santrafor transfer ederler çok para harcarlar ve onunla bir başarı sağlarlar, kimi takımlarda genç takımdan bir tanesini çıkartırlar ve onun yıldızını acayip parlatırlar yani bizde Türkiye’de siyasal tarihin adını altın harflerle yazdığı isimlerde olacak kamuoyunun adını bugün tanımadığı ama tanımaktan memnun kalacağı adaylar da olacak. Biz çok iyi bir ekip çalışması yapıyoruz bu ekip çalışması CHP’nin katılımcılığı öne çıkarttığı, çevreye, doğaya ve ekolojiye duyarlılığı, gençliği öne çıkarttığı yani zamanın ruhunu kavradığı bir yerel seçim süreci olacak. Elbette yoksulun, en dışlanmışın, ötekileştirilenin yanında olan CHP belediyeciliğini tüm topluma tanıtma kabul ettirme taçlandırma misyonunu üstleneceğiz.
Bugüne kadar sıcak paraya dayalı bir ekonomi modeli izlendi son olaylardan önce başlamıştı ancak 31 Mayıstan itibaren sıcak para çıkışı hızlandı, 10 milyar doları bulduğu ve bu paranın bir kısmının Brezilya’ya gittiği söyleniyor. Bu durum devam eder mi, nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bize başarı öyküsü olarak anlatılan AKP’nin ekonomi politikası yüksek faiz düşük kur politikasına dayalıdır ve sıcak para olmadan devam ettirilemez. Türkiye aşağı yukarı haftada 2 milyar dolar dış ticaret açığı veren bir memleket bunun finanse edilmesinin bir tek yolu vardır o da sürekli olarak sıcak paranın Türkiye’ye akmasıdır ki bu da istikrar olarak tanımladı. Recep Tayyip Erdoğan, sıcak paraya çok yüksek faiz vererek Türkiye’yi inanılmaz ölçüde borçlandırdı. 13 milyon insan için bir sahte cennet yok, 3.5 milyon işşiz için bir sahte cennet yok ama kendi zenginlerini yaratarak toplumda böyle bir algıyı yaratabildi içeride bir sahte cennet var ve büyüyen Türkiye’nin haftada 2 milyar dolar dış ticaret açığı var. Ekonomi soğumadığı sürece cari açığını dengeleme olanağı da yoktur çünkü cari açık Türkiye’de yapısal bir sorundur. AKP Türkiye’yi ana mal ve ara mal üretemez hale getirmiştir sanayisini dağıtmıştır dolayısıyla Türkiye’nin ihracat yapması için ithalat yapması zorunlu hale gelmiştir biz buna ithalatı çağıran ihracat diyoruz. İstikrar diye bize tanımladıkları şey gelişen ekonomiler içinde en yüksek faizi vererek yabancı sermayeyi Türkiye’de tutmaya dayanıyordu. Yabancı sermaye bir şeye bakıyor sen yüksek faiz vermeye devam etsen bile sürdürülebilir olup olmadığını ve içeride demokrasinin koşulsuz, kuralsız, önkoşulsuz ve kurallı bir şekilde devam edip etmediğini denetliyor. Türkiye demokrasiden giderek uzaklaşan, içeride yönetilememe sorununun giderek büyüdüğü bir ülke haline geliyor, yabancı sermaye kaçışı içerideki sahte cenneti çökertecek bir tablodur. Her krizde olduğu gibi bu krizde de öncelikle yoksulları vuracaktır dolayısıyla biz Türkiye’nin bir krize girmesini istemeyiz ama AKP’nin 10 yıllık politikasının kaçınılmaz sonucu siyasi istikrarsızlıkla birlikte ekonomik istikrarsızlığın ortaya çıkışı olarak kendini gösteriyor
Tarımı çökertirsen İstanbul’a 5 köprü de yetmez
Tarımda genel durumu nasıl görüyorsunuz?
Sadece bazı makro rakamlardan bahsedeyim. Türkiye bugün yılda ortalama 13-14 milyar lira tarım ve gıda ürünü ithal etmek zorunda kalan bir memleket haline geldi. AKP’nin başladığı gün ile bugün arasında 30 milyon dönüm ekim alanını çiftçi işlemekten vazgeçti. Bunun sebebi çok açıktır çünkü iç ticaret hadleri tarım aleyhine gelişmekte ve eken biçen adam düşük verimlerde iflas etmekte dolayısıyla tarlasını boş bırakmaktadır. 30 milyon dönüm arazinin boş bırakılmasına neden olan AKP’nin dışarıda Afrika ülkelerinde 5 milyon dönüm arazi kiralayarak tarım ürünü üretimi yapacağını söylemesi trajikomikten öte bir anlam ifade etmektedir. Türkiye en iyi olduğu tarım sektöründe eğer ithalat yapamazsa gıda ve yem sanayinin ihtiyacı olan hammaddeyi üretemez hale gelmiştir. Tarımı çökertmek aynı zamanda üreticinin işinden olmasını sağlamak ve göçü hızlandırmak anlamını da kazanmakta. Tarımı çökertirsen İstanbul’a 3 değil 5 köprü yapsan da yetmez, İstanbul’un dolmasına engel olamazsın. Türkiye’nin bütüncül planlanması ve memlekette nüfusu ve iktisadi faaliyetleri dengeli dağıtmak son derece önemlidir.
Fidanlıklar kaldırılırken, ağaçlandırma iddiası boş
Çevre, tarım, orman gibi konuları çok iyi bildiğiniz için soruyorum. Sayın Başbakan 2.8 milyara yakın ağaç diktik dedi. Bu teknik olarak mümkün mü?
Orman ve Su Bakanını maalesef bu rakamlar üzerinden çok ciddiye almamak lazım çünkü her yerde benzer açıklamaları yapıyorlar bunun akılla izan edilebilir bir tarafı yok. Memleketin içerisinde Orman Bakanlığı’na bağlı fidan üretme istasyonlarını bir bir ortadan kaldıran bir anlayışın çok ciddi bir ağaçlandırma seferberliği yaptığını ilan etmesi boş bir iddiadır. Şöyle söyleyelim günde 648 bin ağaç dikmek gerekir lafı yetmez günde ne kadar alanı ağaçlandırmak gerekiyor ve bu kadar fidanın ne kadarlık bir alana dikilmesi gerekiyor bunun da hesabını yapmak lazım. Böyle bakarsanız otoyollardan geçip gidiyoruz normal yollardan geçip gidiyoruz Türkiye’de ağaç varlığında bir artış görüyor muyuz bu gözlemi ve tespiti ben vatandaşa sormak istiyorum.
Ayrıntılardaki Gökhan Günaydın
Ferit B.PARLAK
Yaklaşık 6 yıl önce bu sayfada konuğumuz olan Gökhan Günaydın’ın o dönem yaptığı, “Tarımın yüzde 90’ından fazlası AB ile rekabet edebilecek düzeyde değil”, “AB ile gümrük vergileri sıfırlanırsa 10 milyar doları aşan tarımsal ithalatta patlama yaşanır”, “Yatırımlar bu hızla giderse Türkiye’nin sulama sorunu ancak 80 yılda çözülür”, “Türkiye’nin sulanabilen alanlarının acilen 10 milyon hektar düzeyine çıkması gerekiyor”, “100 milyon nüfuslu bir Türkiye’de sadece buğdayda 5 milyon ton buğday talebi gelecek ki bu sadece buğdayda 2.5 milyar dolarlık ek ithalat demektir.” gibi tespitleri, bu dönemde geçerliliğini koruyor.
Hukuk, iktisat ve ziraat bölümlerinde lisans eğitimi alan ve üç ayrı üniversiteden mezun olan; kamu yönetimi bölümünden doktorluk unvanını alan, Ziraat Mühendisleri Odası Başkanlığı ve CHP Genel Sekreter Yardımcılığı görevlerinin ardından Ankara’dan CHP Milletvekili seçilen Gökhan Günaydın’la tarımda beklentileri, Gezi Parkı eylemini ve CHP’nin seçim hazırlığını konuştuk.
haber365