TRT Belgesel Kanalı’nda önümüzdeki aylarda Türkiye’nin ‘yeni çiftlikleri’ ve çiftçileri üzerine ‘Bi çiftlik’ adında yeni bir program dizisi yayınlanacak. Bendeniz de bu programın sunucusu olarak Türkiye’nin farklı bölgelerindeki çiftlikleri ziyaret ediyor, farklı hayatları tanıyor, ailelerin evlerine, sofralarına konuk olup, hikayelerini dinliyorum. Bu yazı bu yaz boyunca çekimleri devam eden programın getirdiği izlenimlerden oluştu…
Çoğumuz hayatımızdan şikayet eder, onu değiştirmek isteriz, ama bu adanmışlığı gösteremeyiz bir türlü. Bir yandan sade bir yaşamın hayalini kurar, bir yandan bunu bir tür inziva olarak görür, burun kıvırırız. İnsanı kaçınılmaz olarak sadeleştiren çiftlik yaşamını tercih edenler de başta korkmuşlardı. Zamanla korkularının yerini, toprakta büyüyen ağaçları izlemenin, her gün heyecanla ‘acaba büyümüş mü?’ diye domateslere, patlıcanlara koşmanın bambaşka tatmini aldı.
Genel kanının tersine yeni çiftçiler emeklilik yıllarında hayattan elini eteğini çekip, ‘huzuru’ domates, biberde bulanlar değil. Bilakis yeni çiftçiler gittikçe gençleşiyor. Yirmilerinde, otuzlarında bu işe el atan heyecanlı, gencecik, şehirli çiftçiler var. Onlar toprağın bir ömür sürecek bir okul olduğunun erkenden farkına varanlar. Bir de bu işin enerji gerektirdiğinin, ne kadar genç başlarsan, o kadar verimli olacağının ve hatalarından erkenden öğreneceklerinin de farkındalar. Bu genç çiftçiler beni ayrı heyecanlandırdı.
Nerede, kaç çiftlik var
Şehir kaçkınlarının tam olarak rakamlara dökülmesi henüz çok zor çünkü bu, hızla yayılan çok yeni bir dalga. Bu konuda yapılmış ciddi bir araştırma henüz yok. Tarım Bakanlığı çiftçilerin sosyolojik tabanına, şehirden göç edip, etmemiş olmasına bakmıyor henüz. Her ne kadar şehir kaçkınlarının çoğu ekolojik ideallerle bu işe soyunsa da, hepsinin ana motivasyonu bu değil. Yine de ekolojik çiftçilik yapanlar şehir kaçkınları arasında ağır basıyor. Bu tarz çiftlikler arasında işbirliği sağlayan kuruluş “Tatuta”ya bağlı yüze yakın çiftlik var. Şu anda binler, on binler gibi rakamlardan bahsedemiyoruz belki. Çünkü henüz nicelikten ziyade niteliği konuşabiliyoruz.
Kelebek etkisi
Yeni çiftçiler çevrelerinde o kadar güçlü bir etki alanı yaratıyorlar ki ‘kelebek etkisi’ gibi hem gittikleri yerleri, yerel halkı kaçınılmaz olarak dönüştürüyorlar, hem de yakınları için de ciddi bir ilham kaynağı oluyorlar. Avrupa’da ise permakültür (sürdürülebilir tarım) uzun zamandır kentli orta sınıfın ve gençlerin radarına girmiş durumda. Okullarda bunun eğitimini alıyor, projeler yapıyor, Avrupa Birliği fonlarıyla dünyanın dört bir tarafındaki çiftliklerde stajlar yapıyor, bilgilerini paylaşıyorlar. Bereketli ve zengin toprakları ile Türkiye çiftliklerini ise yeni keşfediyorlar. Tatuta bu gençler için çiftliklerde ‘work and travel’ (çalış ve seyahat et) denilen iş imkanları sağlıyor. Bu da işin ‘tarım ve ekolojik turizm’ boyutu. Önümüzdeki yıllarda köylerde, tarlalarda ellerinde çapaları İngridler, Ludwigler görürseniz şaşırmayın.
Organik ve ekolojik bilinçle tarım yapan çiftçilerin büyük kısmı şimdilik Çanakkale çevresinde yoğunlaşmış durumda. Özellikle Buğday Derneği’nin kurucuları Kaz Dağları civarında belki de ‘ilk gelenler’ olarak bu işin öncülüğünü yapıp, yeni gelenlere yol gösteriyor, bildiklerini yenilerle paylaşıyorlar.
Şehir kaçkını yeni çiftçiler
Kimi çocukluğunun İstanbul’unda artık bir yabancı olduğu gerçeğiyle yüzleşmiş. Kimi çocukları AVM’ler yerine oğlaklarla oynayarak, toprağın ve yağmurun kokusunu hissederek, doğanın ruhlarına sızmasına izin vererek büyüsün istemişler. Her birinin çok farklı bir hikayesi, çıkış noktası olsa da en büyük ortak paydaları şu: Onlar ‘yeni çiftçiler.’ Bilinçli, doğal çiftçiliğin yeni yüzleri. Türkiye’nin asıl çiftçileri tarım politikalarının yarattığı artan sorunlar yüzünden teker teker topraklarını terkederken, eğitimli, kentli, hayatında ineğin pisliğine bile basmamış, eline çapa almamış şehirliler tersine bir göçü başlatıyor. Bu iş hiç de göründüğü kadar kolay olmasa da, bu yoldan kolay kolay dönmeye niyetleri yok. Kimi hiç markete gitmek zorunda kalmadan ihtiyaçlarını karşılayacak kadarını üretiyor, kimi ticari olarak sektöre giriyor.
Ben onların bir kısmını bu programla tanıdım. Önümde hiç bilmediğim cesur, yeni bir dünya açıldı. İşte şehir kaçkınları, işte yeni çiftçiler…
Microsoft’u bıraktı bostancı oldu
Murat Tapik / Murat Çiftlik Kocaeli-Datça
SANDIKDAKI TOHUMLAR
Verimi düşük olsa da, bakteriler, böcekler, mantarlara karşı savunması zayıf olsa da, yerel tohumları korumanın önemine inanıyor.
Tapik doğada çalışmanın en iyi motivasyon sağlayan şey olduğuna inanıyor. Günlerini hayvanların, tarlaların bakımı, mevsimine göre fide, tohumun ekimi, fidelerin çıkması, bu fidelerin büyümesi ve çıkan ürünlerin hasat edilmesiyle geçiriyor. Mevsimler, döngüler, güneşi ve ayı izlemek kadar mutluluk verici bir şey olmadığına inanıyor. Ağacın yaşken eğildiğine inandığından İstanbul’daki okullarla anlaşıp, çiftliğe çocuk turları düzenliyor. Keçiyle koyunu ayırt edemeyen çocuklara hayvanların dilini öğretiyor.
Bodrum’un en kıyak sütçü abisi
Levent Erseven / Bodrum Varvil Çiftliği
– Levent Erseven (55), 44 yaşına kadar İstanbul’da oldukça renkli bir hayat yaşamış. Rock müzik yayıncılığında ses getiren Stüdyo İmge yayınlarının sahibi ve yöneticisiymiş. Gençlik mekanları, onu İstanbul’a bağlayan yerler teker teker yok olunca İstanbul’da kendini bir yabancı gibi hissetmeye başlamış. O sırada yeni doğan oğlu Deniz doğada özgürce büyüsün istemiş. Evini satıp, Bodrum’a yerleşmeye karar vermiş. 44 yaşına kadar bir ineğin pisliğine bile basmayacak kadar İstanbullu Erseven. Bodrum’a 100 km uzakta aldığı arazide önce ne yapacağını bilememiş. Bir yandan araziye ev kurup, bir yandan münzevi geçen bir yılın ardından bir gün boynunu arkadan yalayan ineğin onunla kurduğu bu temas çok hoşuna gitmiş. Onları keşfetmeyi, yakından tanımayı seveceğini anlamış. Bugün ‘Varvil Çiftliği’ adını verdiği çiftlikte, beş inek, dört kangal, bir düzine kaz ve tavuk var. İneklerine ‘kızlarım’ diye hitap ediyor. Sütlerini daha keyifle sağdırsınlar diye Özay Gönlüm bile dinletiyor ‘kızlarına’. ‘Kızlar Egeli, tabi ki Ege müzikleri dinleyecekler’ diyor. Süt sağmanın da bir felsefesi olduğuna inanıyor.
MONTOFON SEVGİSİ
Erseven sabah sekizde sağıma başlıyor. ‘Kızlarıyla’ tam bir saat sağımda kalıyor. Arkadaşı Vehbi, aynı anda arabayı hazırlıyor. Yoğurtları, meyveleri, sebzeleri arabaya koyuyor. 87 model siyah Şahin’iyle Bodrum’da ev ev dolaşıp süt ve yoğurt dağıtıyor. Çiftliğin gözdeleri kahverengi Montofon ineklerinin Erseven için özel bir anlamı var. ‘Geyik muhabbetlerinde sıkça adı geçen Montofon’lar aslında fabrika gibi ve kaliteleri çok yüksek’ diyor. Bodrum’da vazgeçilmez olmasını biraz buna bağlıyor. Hazır yem kullanmıyor. Kendi yetiştirdiği arpa ve buğdayla besliyor ‘kızlarını’. Köye ilk geldiğinde köylüler ona şüpheyle yaklaşmış, ‘sakallı’ lakabını bile takmışlar. Bodrum bölgesini seviyor. ‘13 senedir buradayım ama bir namus cinayeti bile olmadı’ diyor.
Amerika’da CEO idi şimdi dağ köylüsü
Bahadır Yasa / Kazdağları Agrida Çiftliği
– Bahadır Yasa (58) yirmi yıla yakın dünyanın dört bir yanında üst düzey yöneticilik yapmış, beş yıldızlı oteller işletmiş. Uzun yıllar Amerika’da yaşadıktan sonra bir gün Türkiye’ye yerleşmeye karar vermiş. Yıllar sonra yeniden keşfedip, doğasına aşık olduğu ülkesini karavanla boydan boya gezmiş. Bu maceranın sonunda Çanakkale’nin Bayramiç İlçesi’ne bağlı bir dağ köyünü gözüne kestirmiş. Dünyanın en yoğun oksijen kaynaklarından biri olan Kazdağları Yasa’yı büyülemiş.
GELECEK ŞEHİR KAÇKINLARININ OLACAK
haber365
Mükemmel bir yazı olmuş Bekir ÇİVLEKO eline sağlık.