İklim
İklimin erozyon üzerine etkisi; yağış, sıcaklık ve rüzgarla olmaktadır. Bunların içerisinde en önemlisi yağış olup, yağışın da şekli, şiddeti, süresi ve rejimi erozyona farklı etkiler yapmaktadır. Diğer taraftan sıcaklık, yağışların çeşidini, toprağın donmasını ve nem içeriğini etkilemek suretiyle detaylı olarak erozyonun şiddetine tesir etmektedir. Bu açıdan Doğu Anadolu Bölgemizde toprağın 50 cm. derinliğe kadar donması ve sıcak havalarda gevşemesi olayı, diğer bölgelerimizde yağmur ve rüzgar, erozyon olayları açısından önemlidir. Ülkemizin dünyadaki konumu nedeniyle özellikle İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde yaz kuraklığı ve yağış azlığı/yetersizliği diğer bölgelere göre daha fazladır. Bu nedenden dolayı, bitki örtüsünün zayıf olduğu bu bölgeler ülkemizin erozyondan en fazla etkilenen bölgeleridir. Çünkü, kurak ve yarı kurak sahaların mevcut ekosistemlerinin bozulması kolay ve hızlı olmakta ve bozulan ekosistemlerinin tekrar eski haline getirilmesi de zor ve pahalı olmaktadır.
Haritadan da anlaşılacağı üzere ülkemiz kurak ve yarı kurak bölgede bulunmaktadır ve genel kanının aksine su kaynakları açısından zengin değildir.
Topografya
Yamacın eğim ve uzunluğu erozyonda etkilidir. Erozyonun şiddeti ve toprağın yüzeysel akışla taşınmasına neden olan faktörlerin başında eğim gelmektedir. Türkiye’nin %29’ u orta yüksek dağlık arazi, %27’ si yüksek dağlık araziden oluşmaktadır.
Dağlık alanlar hassas bir ekosisteme sahiptir. Bu nedenle dağlık alanlardaki tarımsal üretim sistemleri kolayca elden çıkabilecek kırılgan bir yapıdadır. Buralarda yaşayan insanlar hayatlarını sürdürebilmek için doğal kaynaklara bağımlı ve oldukça fakirdirler.
Dünyada kara kütlesinin ortalama yüksekliği 700 m., Avrupa’nın 330 m., Afrika’nın 600 m., Asya’nın 1010 m. olmasına rağmen Türkiye’nin ortalama yüksekliği 1132 m.ye ulaşmaktadır. Yükselti basamakları dikkate alınarak yapılan değerlendirmede 0-500 metre arasındaki alanlar ülkemizin % 17,5’u, 500-1000 metre arasındaki sahalar % 26,6’sını kaplamakta,1000-2000 metre arasındaki alanlar ise % 45,9′ a ulaşmaktadır. 1000 metrenin üzerinde olan araziler, ülkenin %56’ sını kapsamaktadır.
Bu yüksekliklere ek olarak topraklarımızın eğimi de erozyona oldukça elverişli durumdadır.
Jeolojik Yapı ve Toprak Yapısı
Toprak ile jeolojik yapı arasında sıkı bir ilişki vardır. En fazla aşınmaya uğrayan zeminler Eosen ve Neojen zamanlara ait araziler ile volkanik kül ve tüflerdir.
Genelde pekişme durumu zayıf, ayrışmaya ve erozyona karşı fazla direnç göstermeyen gevşek yapılardan oluşan topraklarımız erozyona hassas bir yapıdadır. Bu nedenle, en fazla aşınan ve sellere en fazla malzeme veren kaynaklar kumlu, siltli, çakıllı olan pekişmemiş araziler ile bünyesine su aldığında kısa sürede eriyebilen tuzlu ve alkali maddeler bakımından zengin, milli ve killi topraklar olmaktadır.
Ülkemizde, toprak örtüsünün tamamen yok olduğu eğimli alanlarda erozyonun şeklini, şiddet ve seyrini; jeolojik yapıyı oluşturan ana materyalin yapısı, bünye özelliği, yağış sularını tutma ve geçirme kapasitesi gibi fıziksel ve kimyasal özellikleri belirler. Öte yandan, kurak ve sıcak iklim şartları altında Anadolu’nun kapalı havzalarında çökelmiş olan tuzlu, alkali maddeler bakımından zengin killi, marnlı ve jipsli depolarda kimyasal erozyon ön plana geçmiştir.
Ülkemizde, bazı ana kayalar üzerinde oluşan toprak aşınması; kayalık-taşlık alanların ortaya çıkmasına ve dolayısıyla buraların VIII. sınıfa giren araziler haline gelmesine yol açmıştır.
Bitki Örtüsü ve Ölü Örtü
Çıplak arazilere oranla bitki örtüsü ile kaplı arazilerde erozyon daha az meydana gelmektedir; çünkü, bitki örtüsü intersepsiyonla toprağa ulaşan yağışın miktarını, şiddetini ve mekanik etkisini azaltır, kökleriyle toprağı sarar ve taşınmasını önler. Orman toprakları ise, suyun akış hızını azaltır ve suyun toprağa sızmasını artırarak erozyonun şiddetini düşürür. Ayrıca; bitki örtüsü, toprak yüzeyinde biriktirdiği ölü örtü ile toprağı yağmura karşı korumaktadır. Özellikle, orman ölü örtüsü, en şiddetli yağışları yüzeysel akıma geçmeden toprak içerisine kolaylıkla geçirebilecek bir infıltrasyon kapasitesine sahiptir.
2.2. Sosyal ve Ekonomik Nedenler
Doğal etkenlerin dışında; insanların alışkanlıkları ve uygulamaları da erozyona neden olmaktadır. Bunlar;
a. Orman alanlarının tahrip edilmesi,
b. Meralarda aşırı otlatma,
c. Yanlış arazi kullanımı,
d. Dağınık ve düzensiz kırsal yerleşme şeklinde sıralanabilir.
Ormanların Tahribi
Ülkemiz ormanları, bilinçsiz ve usulsüz faydalanmalar, otlatma, tarla açma ve bilinçsiz endüstrileşme gibi çok değişik kullanım amaçları ile tahrip edilmekte ve antropojen step alanına dönüştürülmektedir.
Ayrıca, Anadolu köylüsü, orman alanlarının tümünü adeta bir mera alanı gibi görmekte ve herhangi bir izin almaya gerek görmeksizin bu alanlarda gelişigüzel-başıboş hayvan otlatmacılığını sürdürmektedir. Ancak, orman idaresince gençleştirmeye tefrik edilen sahaların dikenli tel ile koruma altına alınması halinde bu otlatmaya zorda olsa engel olunabilmektedir.
Her yıl meydana gelen yüzlerce orman yangını ile de binlerce hektar orman yok olmaktadır. Yüksek eğimli orman alanlarında, ormanın ortadan kalkması sonucunda erozyon hareketleri hızla artmaktadır: Yeşil örtünün bir anda yangınlarla yok olması, sağanak şeklinde yağan ilk yağışlarla birlikte toprak kaybına ve bir çok yerin bir daha yeşil örtü ile kaplanamayacak şekilde elden çıkmasına, sahanın taş ve kayalığa dönüşmesine neden olmaktadır.
Meralarda Aşırı Otlatma
Verim kapasitesinin çok üzerinde ve düzensiz otlatılan meralarda ot örtüsünün tahrip olması yüzey erozyonunu arttırmaktadır. Mera kapasitesi aşıldığı andan itibaren, meradaki bitki örtüsü ve toprağın yapısı bozularak erozyona elverişli hale gelir. Meralarda, doğru otlatma mevsiminin seçilememesi ve ağır otlatma yapılması, meraların aşırı derecede tahrip edilmesine ve toprağın kompaklaşmasına neden olur. Dolayısıyla erozyonun kaynağı olarak vasfını kaybetmiş meralar büyük önem taşır.
Yanlış Arazi Kullanımı
Ülkemizde yetenek sınıflarına göre tarıma uygun olmadığı halde tarım yapılan ve bu şekilde yanlış kullanılan arazinin alanı 6.1 milyon hektarı bulmaktadır.
Yanlış arazi kullanımı, değişik amaçlara yönelik uygulamalarla giderek artmaktadır. I. II.III. ve IV. sınıf arazilerdeki yaklaşık 172 000 hektar arazi yerleşme alanı ve sanayi alanı olarak kullanılmaktadır. Özellikle son 20 yıldan bu yana tarım alanları yerleşim ve ticari tesislerle işgal edilmesi büyük bir ivme kazanmıştır. Bu durum tarımda verimi azaltırken aynı zamanda sel ve taşkınları da artırmıştır.
Dağınık ve Düzensiz Kırsal Yerleşme
Tabiatı en çok kullanan, en çok bozan ve en çok düzelten de insandır. İnsan; tarımsal, sosyal ve ekonomik ihtiyaçları için bitki örtüsünü kaldırarak, toprağı diğer kullanım şekillerine dönüştürmektedir.
2000 yılında yapılan nüfus sayımına göre, yurdumuzda orman içi ve civarı köylerde yaklaşık 7 milyon insan yaşamaktadır. Bu köylerin çoğu özellikle dağlık alanlarda birden fazla mahallenin birleşmesinden meydana gelmektedir.Özellikle Karadeniz Bölgesini ele alacak olursak evler arasında 1-2 km mesafe olduğu görülecektir. Buralara yol, su, elektrik gibi çeşitli hizmetlerin götürülmesi hem pahalı olmakta, hem de erozyonu arttırmaktadır. Ayrıca bu köylerin önemli bir bölümünde yeterli ekonomik gelire sahip olmayan fakir insanlar yaşamakta ve geçimleri için mecburen doğal kaynakları kullanmaktadır. Bu durum, rakımı yüksek dağlık alanlarda ekosistemin bozulmasına ve böylece erozyonun hızlanmasına neden olmaktadır.
Yukarıda bahsedilen dört konu da “yüksek su havzalarında doğal kaynak tahribatının” bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bunu bir şekille özetlemek mümkündür.
3. ÜLKEMİZDE EROZYONUN MEVCUT DURUMU
Genel Durum
Türkiye topraklarının %86’sında erozyon vardır. Erozyonun sıfır ve hafif olduğu alanların Türkiye yüzölçümüne oranı % 13,86’dır.
Akarsu Havzalarındaki Erozyon
Türkiye’de erozyon en fazla sırasıyla Fırat, Dicle ve Yeşilırmak Havzaları’nda görülmektedir. Bu havzalarda taşınan toprağın 500 milyon tona, hatta bazı yazarların değerlendirmelerine göre de 1 milyar tona ulaştığı ifade edilmektedir.
Erozyon ve Barajlar
Erozyon sonucu aşınan toprak derelere, oradan denizlere veya barajlara taşınır. Barajlara taşınan topraklar orada birikerek baraj gölünün kısa sürede dolmasına neden olur. Dolan barajlarda su yerine toprak tutulur. Böylece barajdan ne sulama amacıyla yararlanılabilir ne de elektrik üretmek amacıyla. Zamanla baraj iyice dolar ve hiç kullanılamaz hale gelir. Bu da büyük bir milli servet kaybı demektir. Ülkemizde şiddetli erozyon nedeniyle barajların kullanım süresi çok kısadır. Örneğin, Avrupa’da bir baraj 1000 yıl kullanılabilirken, ülkemizde bu süre 100 yıl kadar, hatta daha kısadır. Çünkü, barajlarımız çıplak alanlardan gelen topraklarla dolmaktadır. Dünyadaki Erozyonun Türkiye İle Karşılaştırılması
Türkiye’deki akarsular ile sadece yüzer halde taşınan malzeme miktarı ortalama olarak yılda 345 milyon tonun üzerindedir. Dünyadaki akarsularda yüzer halde taşınan katı madde miktarı toplam 20 milyar ton düzeyindedir. Türkiye’deki akarsuların taşıdığı yüzer haldeki malzeme miktarı, dünyada taşınan katı madenin 1/50’sine denk düşmektedir.
Ülkemizde 1 kilometrekarelik alandan aşınarak akarsulara karışan ince malzeme miktarı, yılda ortalama yaklaşık 600 ton, dünyada ise yılda ortalama 142 tondur.
Ülkemizde birim alandan taşınan katı materyal miktarı; Afrika’dan 22 kat, Avrupa’dan 17 kat ve Kuzey Amerika’dan 6 kat daha fazladır.
4. EROZYONUN SONUÇLARI VE ZARARLARI
Erozyon; toprak ve arazi kaybı, toprakların su depolama güçlerinde azalmalar, toprakların verimsizleşmesi, verimli tarım alanlarının taşıntı materyali ile örtülmesi, toprak işleme güçlüğü, sedimentasyon ve su kalitesinin bozulması gibi zararlar meydana getirmektedir. Bunlar canlıların yaşamları ile onların yaşadıkları ortamları olumsuz etkilemektedir.
Son yılarda gerek dünya ve gerek ülkemizde ormansızlaşma ve bununla bağlantılı olarak erozyon olaylarında bir artışın olduğu gözlenmektedir.
Diğer taraftan hem dünyamız, hem de ülkemiz son birkaç yıldan beri sık sık sel olaylarına sahne olmaktadır. Örneğin; 1990, 1994 ve 1995 yıllarında sırasıyla Batı Avrupa, Hindistan ve Tayland’da;1998 ve 1999 yıllarında da Dünyada 30’u aşkın ülkede sel olayları meydana gelmiştir. Ülkemizde, Dünyadakine benzer bir olgu yaşamıştır. Örneğin; 1995 yılında Senirkent, İzmir, Düzce ve Kaynaşlı, 1998 yılında Batı Karadeniz ve 1999 yılında Marmara, Akdeniz ve Ege Bölgelerinde sellerin meydana gelmesi gibi.
Sel olayları sırasında gerek Dünyada ve gerek ülkemizde yüzlerce kişinin yaşamını yitirdiği köprü, yol, kanal gibi tesislerin ve tarım alanlarının zarar gördüğü bilinen bir gerçektir. Bu olgu, selleri, erozyonun en önemli ve üzerinde titizlikle durulması gereken bir zararı olarak algılanmasını gerekli kılmaktadır. Bu nedenle, öncelikle seller ve erozyonun doğurduğu diğer zararlarla ivedilikle savaşılmalı ve bu amaçla ormansızlaşma önlenmeli ve erozyon kontrolü çalışmaları kapsamlı olarak sürdürülmelidir.
YOĞUNLAŞAN BÖLGELER
Türkiye`de erozyon en fazla sırasıyla Fırat, Dicle ve Yeşilırmak Havzaları`nda görülüyor. Erozyon nedeniyle yılda toplam 346 ton sediment/toprak taşınıyor. Ancak, ölçümlerde yer almayan ve yatak yükü olarak ifade edilen kum çakıl gibi materyaller ile yamaçlardan akarak inen ve akarsulara ulaşmayan topraklarda dikkate alındığında Türkiye`nin kaybettiği toprak miktarı 500 milyon tona, hatta bazı kesimlerin ifadesine göre 1 milyar tonu aşıyor.
Türkiye`deki akarsuların taşıdığı yüzer haldeki malzeme miktarı, dünyada taşınan katı maddenin 50`de 1`i kadar. Türkiye`de 1 km2’lik alandan aşınarak akarsulara karışan ince malzeme miktarı, yılda ortalama yaklaşık 60 ton. Bu miktar dünyada ortalama 142 ton. Türkiye`de erozyonla birim alandan taşınan katı materyal; Afrika`dan 22, Avrupa`dan 17 ve Kuzey Amerika`dan 6 kat daha fazla gerçekleşiyor.
BARAJLAR ERKEN DOLUYOR
Erozyon sonucunda barajlarda biriken katı materyaller, kullanılabilir baraj rezervuar hacminde gözle görülür kayıplara neden oluyor. Erozyon, büyük kaynaklar harcanarak gerçekleştirilen ve ekonomik ömrü ortalama 100 yıl olarak öngörülen barajların ömrünü kısaltıyor.
Türkiye`de yaşanan şiddetli erozyonun sonucu olarak, Altınapa Barajı 19, Bayındır Barajı 28, Demirköprü Barajı 41, Hirfanlı Barajı 33, Karamanlı Barajı 13, Kartalkaya Barajı 19, Kemer Barajı 22, Selevir Barajı 27, Sürgü Barajı 35, Yalvaç Barajı 27 yılda ekonomik ömrünü tamamladı.
Erozyondan etkilenmeye devam eden Buldan Barajı`nın 72, Çaygören Barajı`nın 77, Çubuk-1 Barajı`nın 75, Kesikköprü Barajı`nın 66, SeyhanBarajı`nın ise 70 yılda ekonomik ömrünü doldurması bekleniyor.
Ülke ve bölge için büyük önem arzetmesine karşın çevresi bitki örtüsünden yoksun olan Keban, Karakaya ve Atatürk barajlarının da tahmin edilenden daha önce ekonomik ömürlerini tamamlayacakları ifade ediliyor.
Erozyon, Türkiye’nin gıda açısından kendine yeterli bir ülke olmasını tehlikeye düşürmektedir. Rüzgar ve yağmur, verimli toprakları sürükleyerek, baraj göllerine, akarsu yataklarına ve denizlere taşımaktadır.
Ülke yüzeyinden bir yılda kaybedilen toprak miktarı yaklaşık 1.4 milyar tondur. Sadece tarım alanlarından kaybedilen verimli toprak miktarı ise yaklaşık 500 milyon ton/yıl’dır. Bu topraklarla birlikte mineral ve organik madde de kaybedilmektedir. Erozyon sonucunda toprağın altındaki cansız tabaka (ana kaya) ortaya çıkmaktadır. Faydalı toprak katmanlarını kaybeden arazilerde çölleşme başlamaktadır. NASA’nın yaptığı bir araştırmaya göre, erozyonun şiddetlenerek devam etmesi halinde Türkiye’nin büyük bir bölümü 55 yıl sonra çöl olacaktır. Toprakları çölleşen bir ülkenin temel sorunları, açlık, susuzluk, işsizlik ve iç göç olacaktır.
Erozyonla kaybedilen bir başka değer ise sudur. Kaybolan toprak yüzünden her yıl yaklaşık 50 milyar m3 yağış depolanamamaktadır. Barajlar ve yeraltı suları da, erozyonun etkilerinden nasibini almaktadır. Yerinden kopup giden topraklar, baraj göllerini doldurarak su depolama hacimlerini azaltmakta ve barajların ömrünün kısalmasına neden olmaktadır.
Erozyon toplumsal sorunların artmasına da yol açmaktadır. Yanlış arazi kullanımı, tarım alanlarının verimini azaltmaktadır. Doğduğu ve büyüdüğü yerde geçim şansı ortadan kalkan insanların, kentlere göçmekten başka seçeneği kalmamaktadır. Köyden kente göç ise, alt yapının yetersiz olduğu kentlerdeki ekonomik ve toplumsal sorunları daha da ağırlaştırmaktadır.
5. EROZYONLA MÜCADELE
Erozyonla mücadele ülkemiz için olmazsa olmaz bir durum haline gelmiştir. Ancak gerekli çalışmaların tam olarak yapıldığı söylenemez.Erozyonla mücadele konusunu sosyal-idari ve teknik olarak üç bölüm halinde ele almak gerekir.