Erozyonun Tanımı Ve Çeşitleri

0
6304
erozyon

img404.imageshack.us/img404/7038/er1wf9.gif

EROZYON

Erozyonun kelime anlamı:

Bir varlığın bir değeri yerine getirilemeyecek şekilde yok olmasıdır. Toprak biliminde ise; yeryüzündeki ana materyalin çeşitli etkenlerle aşınıp taşınması olayıdır. Erozyon, tabiatın normal süreci içinde meydana geliyorsa normal erozyon; insanın tabiattaki toprak, su ve bitki arasındaki dengeyi bozucu nitelikteki müdahaleleri sonucu meydana geliyorsa hızlandırılmış erozyon adını almaktadır. Normal erozyon, genellikle insan müdahalesi olmayan yerlerde görülür ve çok yavaş olarak gelişir. Meraların aşırı derecede otlatılması, ormanların tahrip edilmesi ile daha az korunan toprak, su ile kolayca taşınabilmektedir ve erozyon hızlanmaktadır.

Yapıcı Unsurlara Göre Erozyonun Çeşitleri

Özellikle ülkemizde tahribatı büyük boyutlara ulaşan su erozyonu, erozyon çeşitleri içerisinde en önemlisidir. Su erozyonundan sonra diğer erozyon çeşitleri önem sırasına göre; rüzgar, çığlar, heyelanlar ve buzullar olarak sıralayabiliriz. Çığ zaman zaman can ve mal kayıplarına neden oluyorsa da su erozyonu afeti karşısında ikinci planda kalmaktadır.

img337.imageshack.us/img337/1946/suerozqx5.jpg

1- Su Erozyonu

Su erozyonu, diğer erozyon çeşitleri içerisinde en yaygın ve en etkili olanıdır. Bunun için, toprak erozyonu denildiğinde akla su erozyonu gelmektedir. Türkiye topraklarının % 86’sında erozyon vardır. Böylece su erozyonunun etkilediği alan 66.9 milyon hektarı bulmaktadır. Yurdumuzdaki önemli can ve mal kayıpları su erozyonu sonucu meydana gelmektedir.

2- Çığlar

Türkiye’nin aşırı derecede ormansızlaşmış, yükseltisi yurdun diğer kısımlarına oranla daha fazla ve yağışların genel olarak % 45′ den sonraki meyilde kar şeklinde düştüğü Kuzey- Kuzeydoğu ve Doğu Anadolu’da çığ olaylarına sıkça rastlanmakta, can ve mal kayıplarına neden olduğu gibi yerleşim yerlerini, yolları, turistik tesisleri ve devlet yatırımlarını tehdit etmektedir. Türkiye’de yalnız 1985 yılından bugüne kadar 233 çığ olayı tespit olunmuş ve bu süre içinde 604 kişi hayatını kaybetmiştir. Çığ, pürüzsüzlüğü olmayan eğimi yüksek kayalık ve otlu satıhlara düşen aşırı kar yağışlarının kaygan satıhtan kopması ile aşağı kısımlara doğru hızını ve miktarını arttırarak meydana gelen bir kar kitlesi akımı olayıdır. Bu kar kitlesi önüne gelen insanların ölümüne neden olabildiği gibi ev, ahır, sınai tesis v.b. gibi yerlere zarar vererek kara ve demiryollarını kapatabilmekte günlerce trafiği aksatabilmekte ve sportif amaçlı gezilerde insan ölümlerine neden olmaktadır.

3- Rüzgar Erozyonu

Rüzgar erozyonu sonucu verimli toprakların kaybı, buharlaşmanın hızlanmasıyla toprak emliliğinin azalması, bitki büyümesinin yavaşlaması, ulaşımın aksaması ve verimin düşmesi olumsuzluklarını ortaya çıkarmaktadır. Taşınan kum ve verimsiz toprak, üretken tarım topraklarını kaplayarak, tarım yapılamaz hale getirmektedir.

Mevcut Durum

Türkiye jeomorfolojik yapısı itibariyle engebeli bir ülkedir. Nitekim ülkemizin toplam alanının % 46’sını % 40’dan fazla eğime ve % 80’den fazlasını da % 15’den fazla eğime sahip sahalar teşkil etmektedir. İklim yarı kurak, yağışlar düzensiz ve şiddetli sağanak şeklindedir. Bütün bu olumsuz faktörlerin yanında, toprağı normal yapısı ile koruması gereken ormanlar, yangın ve kaçak kesim sonucu koruyucu vasfını büyük ölçüde yitirmiş, meralarda aşırı otlatma ve tarla açmaları ile korumasız hale gelmiştir. Erozyon bütün Dünyada değişik şekil ve şiddette meydana gelmekte ise de yurdumuzda özellikle daha yaygın ve hızlı seyretmekte ve hemen hemen her çeşidi bulunmaktadır. Yüzeysel erozyon, oyuntu erozyonu, arazi kaymaları, rüzgar erozyonu ve çığlar bunların başlıcalarıdır.

Buna karşın Türkiye’de, erozyonla savaş çalışmaları ne yasal, ne teknik ve ne de sosyo-ekonomik yönlerden rayına oturmuştur. Bunun sonucu olarak ta toprak servetinin kaybı yanında sık sık sel felaketleri meydana gelmektedir. En yakın örnek olarak 1998’de Batı Karadeniz selinde 30, 1995 İzmir selinde 63, ve yine 1995 Senirkent selinde 74 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, rakamlara dökülmesi çok zor maddi zarar meydana gelmiş, insanlarımız acı çekmişlerdir.

EROZYONUN NEDENLERİ

Doğal Yapıdan Kaynaklanan Nedenler

1- İklim

İklimin erozyon üzerine etkisi; yağış, sıcaklık ve rüzgarla olmaktadır. Bunların içerisinde en önemlisi yağış olup, yağışın da şekli, şiddeti, süresi ve rejimi erozyona farklı etkiler yapmaktadır. diğer taraftan sıcaklık, yağışların çeşidini, toprağın donmasını ve nem içeriğini etkilemek suretiyle detaylı olarak erozyonun şiddetine tesir etmektedir. Bu açıdan Doğu Anadolu Bölgemizde toprağın 50 cm. derinliğe kadar donması ve sıcak havalarda gevşemesi olayı, diğer bölgelerimizde yağmur ve rüzgar, erozyon olayları açısından önemlidir.Ülkemizin dünyadaki konumu nedeniyle özellikle İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde yaz kuraklığı ve yağış azlığı/yetersizliği diğer bölgelere göre daha fazladır. Bu nedenden dolayı, bitki örtüsünün zayıf olduğu bu bölgeler ülkemizin erozyondan en fazla etkilenen bölgeleridir. Çünkü, kurak ve yarı kurak sahaların mevcut ekosistemlerinin bozulması kolay ve hızlı olmakta ve bozulan ekosistemlerinin tekrar eski haline getirilmesi de zor ve pahalı olmaktadır.

2- Topografya

Yamacın eğim ve uzunluğu erozyonda etkili topografik etkenlerdir. Erozyonun şiddeti ve toprağın yüzeysel akışla taşınmasına neden olan faktörlerin başında eğim gelmektedir. Dünyada kara kütlesinin ortalama yüksekliği 700 m., Avrupa’nın 330 m., Afrika’nın 600 m., Asya’nın 1010 m. olmasına rağmen Türkiye’nin ortalama yüksekliği 1132 m. ‘ye ulaşmaktadır. Yükselti basamakları dikkate alınarak yapılan değerlendirmede de 0-500 metre arasındaki alanlar ülkemizin %17,5’u, 500-1000 metre arasındaki sahalar % 26,6’sını kaplamakta , 1000-2000 metre arasındaki alanlar ise % 45,9’ a ulaşmaktadır.

Ülkemiz arazisinin eğimli ve engebeli olması, orman ve ot örtüsünün tahrip edildiği alanlarda doğal dengenin hızla bozulması sonucunu doğurmaktadır. Doğal dengenin bozulması sonucu hızla toprakların aşınması süreci başlamaktadır. Erozyonun şiddetli olarak devam ettiği alanlarda altta bulunan jeolojik yapı yer yer taşlı ve kayalık araziler halinde ortaya çıkmaktadır.

3- Jeolojik ve Toprak Yapısı

Ülkemizin jeolojik ve toprak yapısı; genelde pekişme durumu zayıf, ayrışmaya ve değişmeye karşı fazla direnç göstermeyen taneli, tortul ve volkaniktir. Toprak ile jeolojik yapı arasında sıkı bir ilişki vardır. En fazla aşınmaya uğrayan zeminler Eosen ve Neogen zamanlara ait araziler ile volkanik kül ve tüflerdir. Genelde pekişme durumu zayıf, ayrışmaya ve erozyona karşı fazla direnç göstermeyen gevşek yapılardan oluşan topraklarımız erozyona hassas bir yapıdadır. Bu nedenle, en fazla aşınan ve sellere en fazla malzeme veren kaynaklar kumlu, şiltli, çakıllı olan pekişmemiş araziler ile bünyesine su aldığında kısa sürede eriyebilen tuzlu ve alkali maddeler bakımından zengin, milli ve killi depolar olmaktadır. Ülkemizde, toprak örtüsünün tamamen yok olduğu eğimli alanlarda erozyonun şeklini, şiddet ve seyrini; jeolojik yapıyı oluşturan ana materyalin yapısı, bünye özelliği, yağış sularını tutma ve geçirme kapasitesi gibi fiziksel ve kimyasal özellikleri belirler. Öte yandan, kurak ve sıcak iklim şartları altında Anadolu’nun kapalı havzalarında çökelmiş olan tuzlu, alkali maddeler bakımından zengin killi, marnlı ve jipsli depolarda kimyasal erozyon ön plana geçmiştir. Ülkemizde, bazı ana kayalar üzerinde oluşan toprak aşınması; kayalık-taşlık alanların ortaya çıkmasına ve dolayısıyla buraların VIII. sınıfa giren araziler haline gelmesine yol açmıştır.

4- Bitki Örtüsü ve Ölü Örtü

Çıplak arazilere oranla bitki örtüsü ile kaplı arazilerde erozyon daha az meydana gelmektedir; çünkü, bitki örtüsü intersepsiyonla toprağa ulaşan yağışın miktarını, şiddetini ve mekanik etkisini azaltır,kökleriyle toprağı sarar ve taşınmasını önler. Orman toprakları ise, suyun akış hızını azaltır ve suyun toprağa sızmasını artırarak erozyonun şiddetini düşürür. Ayrıca; bitki örtüsü, toprak yüzeyinde biriktirdiği ölü örtü ile toprağı yağmura karşı korumaktadır. Özellikle, orman ölü örtüsü, en şiddetli yağışları yüzeysel akıma geçmeden toprak içerisine kolaylıkla geçirebilecek bir infiltrasyon kapasitesine sahiptir.

EROZYONUN COĞRAFİ BÖLGELERE GÖRE DAĞILIMI

Ülkemizde erozyon, coğrafi bölgelere bağlı olarak farklılıklar gösterir. Ege ve Marmara bölgelerinde erozyon nispeten orta şiddettedir. Diğer bölgeler ise şiddetli bir erozyona maruz kalırlar.

Ege bölgemizde erozyonun boyutları yüksek oranda değildir. Ancak son yıllarda Aydın dağları, Marmaris, Fethiye ilçeleri ve Datça yarımadasında çıkarılan yangınlarla orman alanlarının açılması, erozyon sorununu gündeme getirmeye başlamıştır. Genellikle su erozyonu biçiminde, ilkbahar aylarında ortaya çıkan erozyon nedeniyle delta alanları, denize doğru gelişmektedir.

Marmara bölgesinde de hafif ve orta şiddetli bir erozyon kendini gösterir. Su erozyonu biçiminde kendini belli eden erozyon, yerleşme ve sanayileşmenin yüksek olduğu Asya kısmında, Trakya bölümüne oranla daha dikkat çekicidir.

Akdeniz bölgesinde Korkuteli, Elmalı ve Antalya körfezinin kuzeyinde, Toros dağlarının yamaçlarında tarım alanları açmak amacıyla tahrip edilen orman alanlarında şiddetli, Silifke- Mersin arasında kalan Toros eteklerinde orta şiddette erozyon görülmektedir. Antalya- Silifke arasında kalan dağlık sahada ise tarımsal kullanım alanları geniş olmadığından erozyon görülmez.

Akdeniz bölgesinde olduğu gibi, Doğu Anadolu bölgesinde de erozyonun etkisi çeşitli kesimlerde farklılıklar gösterir. Erzincan, Iğdır, Pasinler, Erzurum, Kars ovalarında erozyon sorunu çok düşük düzeydedir. Ancak ormanların tarımsal kullanıma açılması, meralarda yapılan aşırı otlatmalar ve büyük şehirler çevresindeki yamaçlarda orta şiddette bir erozyon dikkati çeker. Bu bölgemizde, kar örtüsünün bütün kış boyunca toprak yüzeyini kaplaması ve karların erimesinin ardından zeminin otlarla kaplanması erozyon şiddetini, nispeten azaltır.

Karadeniz bölgesinde dağların denize bakan yamaçları yoğun bir bitki örtüsü ile kaplıdır. Bu nedenle eğim çok fazla olmasına rağmen, erozyon riski oldukça hafiflemiştir. Tarım alanı açmak amacıyla ormanın bazı bölümlerinin tahrip edildiği kısımlarda çay ve fındık ekilmesi de erozyonu hafifletmektedir. Ancak, mısır ekilen alanlarda, Trabzon, Samsun gibi büyük kentlerin çevresinde, Karadeniz dağlarının İç Anadolu’ya bakan güney yamaçlarında erozyon şiddeti oldukça yüksektir.

İç Anadolu bölgesi erozyon şiddetinin en yüksek olduğu bölgelerimiz arasındadır. Bu bölgemizde erozyonun şiddetli olmasında, orman alanlarının büyük ölçüde tahrip edilmesi, yerine gelişen step bitki örtüsünün toprak kaybını önleyememesi, nadaslı buğday tarımının yapılması ve mera alanlarındaki aşırı otlatma önemli etkenlerdir. Bölgenin Konya ve Tuz gölü çevresinde ise şiddetli bir rüzgar erozyonu görülür. Söz konusu alanlarda toprağın organik maddeler bakımından fakir olması, yapısının bozuk ve tekstürlerin rüzgarla taşınmaya elverişli büyüklükte olması, güney ve güneybatıdan esen rüzgarların toprak örtüsünü kaldırabilecek şiddette olması ve arazinin bitki örtüsünden yoksun bulunması erozyonun yüksek olmasına yol açar.

Türkiye’nin erozyona en fazla maruz kalan bölgelerinden bir diğeri Güneydoğu Anadolu bölgesidir. Aşırı otlatma, eğimli arazilerde tarla açılması, yağışların büyük bölümünün şiddetli sağanaklar biçiminde olması, erozif etkiyi kuvvetlendirir. Bu bölgemizde özellikle Siirt, Mardin ve Bitlis’te erozyon hızı oldukça yüksektir.

Türkiye Erozyon Haritası

img241.imageshack.us/img241/4726/erozyonturkiyeharitafi0.jpg

EROZYONUN ORTAYA KOYDUĞU SONUÇLAR

Ülkemizdeki toprakların %7.22’sinde hafif, % 20.04’ünde orta, %36.42’sinde şiddetli, %22.32’sinde çok şiddetli olmak üzere toplam %83.20’sinde erozyon yaşanır. Erozyonun ortaya koyduğu olumsuz sonuçların başında, arazinin kullanım ve verim değerinin düşmesi başka bir deyişle doğal dengenin bozulması gelir.

Erozyonun etkisi ile bitkilerin yetişmesi için gerekli olan toprağın süpürülmesi sonucu, toprağın altında yer alan ve sertliği farklılık gösteren ana materyal ortaya çıkar.

Ana materyalin granit, gnays, kuvarsit gibi volkanik veya kireçtaşı türü tortul kayaçlardan oluşması başka bir deyişle sert malzemeli kayaçlar içermesi, üstteki toprağın süpürülmesi sonucu arazinin değer kaybetmesine ve bu alanın taşlık, değersiz arazilere dönüşmesine neden olur. Yurdumuzda Güneydoğu Toroslar, Aydın, Bozdağ ve Menteşe dağlarında bu tip toprak kaybına uğrayarak çıplak ve verimsiz hale dönüşen araziler çoğunluktadır.

Toprak tabakasının taşınmasıyla tuzlu-alkali ana materyalin ortaya çıktığı sahalarda da arazi büyük ölçüde değer kaybetmekte, buralarda tarım yapılamadığı gibi, yöreye özgü doğal bitki örtüsü de gelişememektedir. Alkalen reaksiyon veren peridotit- serpantin gibi kütlelerin içinde bulunan metalik oluşumlar (çinko, magnezyum), zehir etkisi yaparak bitkilerin gelişmesine engel olurken, tuzlu materyalin ortaya çıktığı alanlarda ise tuza dayanıklı zayıf ot örtüsü veya boş araziler dikkat çekmektedir. Ülkemizde Çankırı-Sivas-Zara, Oltu-Narman, Suşehri- Şebinkarahisar, Kağızman-Iğdır çevreleri tuzlu, Malatya- Elazığ- Maden, Ankara – Kırıkkale, Erzincan Keşiş ve Kızıldağ çevreleri ise alkalen materyalin bulunduğu, tamamen bitki örtüsünden yoksun alanlardır.

Yukarıda belirtilen iki örnek dışında erozyonun etkisine karşın tarım yapılabilen alanlara da rastlanır. Yumuşak dokulu neojen göl depolarının hakim olduğu İç Anadolu ve İç Batı Anadolu bölgeleri bu tip alanlara örnek oluşturur. Ancak burada uygulanan yanlış tarım teknikleri (özellikle nadas), erozyonun etkisini hızlandırarak arazinin değerinin hızla düşmesine neden olmaktadır.

Taşkınlar veya sellerle dağlardan taşınan çakıllı, kumlu, milli malzeme dağların eteklerinde yer alan tarım alanlarına yayılarak arazinin kullanım değerini düşürmektedir. Burdur, Konya, Akşehir-Eber, Iğdır, Erzincan, Erzurum, Pasinler vb. gibi alanların bazı kısımlarında arazinin değerinin düşerek V. ve VI. sınıf alanlara dönüşmesi ülkemizde sıkça rastlanan örnekler arasındadır.

Bu arazilerin doğal bitki örtüsünden yoksun oluşu, akarsularımızın aşındırma gücünü arttırmakta ve daha çok malzeme taşınmasına neden olmaktadır. Ancak bu akarsular üzerinde veya kollarında yer alan barajların taşınan kumlu- killi- milli materyal ile dolması, daha sonraki yıllarda ülkemizin erozyon sorunu yanında enerji problemi ile de karşı karşıya gelmesine neden olacaktır. Erozyonun dolaylı etkisi olarak beliren bu durum, oldukça ciddi bir tehlike oluşturmaktadır. Milyarlarca lira harcanarak inşa edilen, başta enerji gereksinimi ve sulama olmak üzere çeşitli amaçlarla kullanılmak üzere tasarlanan barajların, 15-20 yıllık süreler içinde kullanım sürelerinin yarısını tamamlamış olmaları, erozyonun düşünülmesi gereken diğer ciddi boyutudur.

ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Erozyon daha önce de belirtildiği gibi doğal bir süreçtir, bu nedenle de tamamen önlenmesi olanaksızdır. Ancak belli yöntemler uygulanarak etkisi ve hızı azaltılabilir veya bir ölçüde de olsa kontrol altına alınabilir. Bu bakımdan ele alınacak önlemler birkaç başlık altında toplanabilir.

Yeni Tarım Teknikleri Geliştirmek: Tarımsal ürünlerin, arazinin eğim değerleri dikkate alınarak ekilmesi veya rotasyon ve şerit halinde ekim yöntemlerinin benimsenmesi erozyondan korunma yöntemlerinin başlıca ilkeleri arasında yer almalıdır.
Ülkemizde uygulanan yanlış tarım tekniklerinden biri ekimin eğim yönünde yapılmasıdır. Bu ekim sırasında, toprak eğim yönünde sürülerek küçük kanalcıkların oluşmasına neden olunur. Bu kanalcıklar dikim işlemi sırasında genişleyerek şiddetli yağışlar sırasında önemli toprak kaybına neden olur. Ekim ve sürüm işlemlerinin, arazinin eğim değerleri göz önüne alınarak, eğime paralel yönde yapılması, bitkilerin yağış sırasında suyu tutarak toprak tarafından emilmesini sağlar ve yüzeysel akışı en alt düzeye çeker.

Yurdumuzda yaygın olarak kullanılan tarım yöntemlerinden bir diğeri, toprağı dinlendirmek amacıyla nadasa bırakmaktır. Özellikle kurak şartların hakim olduğu iç bölgelerimizde dikkati çeken bu yöntem, rüzgar erozyonu ile önemli ölçüde toprak kaybına neden olmaktadır. Nadas yöntemi yerine rotasyon sisteminin benimsenmesi toprağın boş kalmadan dinlenmesine neden olacaktır. Buğday, yonca, baklagil, pancar gibi bitkilerin aynı tarlaya dört yılda bir ekilmesi ile toprakta aynı tür minerallerin azalmasının önüne geçilebilir.

Ek masraf gerektirmeyen ve taraçalarla birlikte uygulandığında eğim değerleri %8 ve üzerinde olan tarım alanlarında uygulanabilen diğer bir tarım tekniği de, şerit halinde ekimdir. Bu yöntemde tarım ürünleri belli sıralar halinde ekilir. Bu sıralama, sık ve sığ kökleri ile toprağı tutucu etkisi olan yonca, alfa otu vb. gibi çayır otları ile yulaf, arpa gibi kültür bitkilerinin önüne, şerit halinde gevşek ve dağınık ekim düzeni gösteren fakat derin sürülmüş toprağa gereksinim duyan pamuk, tütün, soya fasulyesi, mısır gibi kültür bitkilerinin ekilmesi biçiminde yapılır. Bu şekilde, derin sürülerek toprak kaybına uğrayacak kısımlar önündeki sığ ve sık bitkiler tarafından tutulur ve zarar en alt düzeye çekilir.

Erozyonu önlemek için uygulanacak en önemli yapay önlemlerden biri taraça oluşturmaktır. Taraçalar arasında en yaygın olarak kullanılanı, geçmişi oldukça eskiye dayanan basamaklı taraçalardır. Bu tip taraçalar özellikle eğim değerlerinin yüksek olduğu dağlık araziler ve dik yamaçlar üzerinde başarılı sonuçlar vermektedir. Ülkemizde eğim değerleri bakımından tarıma uygun alanlar oldukça azdır. Buna karşılık eğim değerlerinin %0,50-150 arasında olduğu alanlar, ülke yüz ölçümünün %29’unu başka bir deyişle 226.295 km2’sini kaplar. Bunlardan eğim değeri %0,50-100 arasında olan ve ülke yüz ölçümünün %12.8’ini kaplayan orta ve hafif eğimli alanlar ile yüz ölçümünün %0,100-150 arasında değiştiği çok eğimli alanlar tarım yapılmasına uygundur. Ancak söz konusu alanlar, gerekli önlemler alınmadan tarım yapıldığı için şiddetli erozyona maruz kalmaktadır. Bu tip alanlarda basamaklı taraçalar oldukça olumlu sonuçlar verecektir.

Karadeniz bölgesinde olduğu gibi yağışın bol, yüzeysel akışın fazla olduğu alanlara ise eğimli ve hendekli taraça tipi tatbik edilmelidir. Bu taraça tipinde eğime bağlı olarak artan yüzeysel akış, taraça aralıklarında oluşturulan hendekler vasıtası ile başka alanlara aktarılır.

İlkbahar aylarında sağanak şeklinde düşen yağışların özellikle bitki örtüsünden yoksun iç bölgelerimizde meydana getirdiği erozyon, düz taraça tipi ile önlenebilir. Yağışla düşen suyun yüzeysel akışla kaybedilmesine engel olmak için, depo edilmesi ve biriktirilmesi amacına yönelik olan bu taraça sisteminde, su kanallarda toplanarak, toprağın suyu yavaş yavaş emmesi ve uzun süre nemli kalması sağlanır.

Ülkemizde eğim değerlerinin %0,150’den fazla olduğu alanlar ise erozyonun oldukça şiddetli olarak gözlendiği alanlardır. Türkiye’nin 487.864 km2‘sini, yaklaşık olarak %62.5’ini kaplayan bu alanlarda tarım ve hayvancılığın oldukça dikkatli bir biçimde yapılması gerekir. Bu alanlardan eğim değerleri %0,150-400 arasında olan sahalarda, taraçalar oluşturularak bağlar ve meyve ağaçları yetiştirilebilir. Başka bir deyişle söz konusu eğim değerlerine sahip alanlarda toprak kaybını azaltıcı bir özellik oluşturmak üzere “ağaç tarımı” yapılmalıdır. Eğim değerlerinin %0,400- 1000 arasında değiştiği sahalar ise mera ve orman alanları olarak değerlendirilmelidir.

Mera Alanlarında Yapılacak Düzenlemeler: Meralarda besleyebileceği hayvan sayısının üzerinde otlatma yapılmaması ve otların yeni yeşermeye başladığı ilkbahar döneminde otlatmaya son verilmesi, uygulanacak kısa dönemli klasik önlemlerdir. Ancak meralara zarar vermeden hayvancılığımızın da gelişmesi için dünyada uygulanan bilimsel yöntemlerin ülkemizde de benimsenmesi gereklidir. Bu yöntemlerden en etkili olanı, erozyon kontrolünde kullanılan bazı bitki türlerinin mera alanlarına ekilmesidir. Bu otlardan bir kısmının ülkemizde yarı kurak koşulların hakim olduğu iç bölgelerimizde ekilmesi düşünülmelidir. Söz konusu otlar bromus inermis, buchloe dactyloides, tatlı yonca, sorghum vulgare sudanence, phleum platensa gibi türlerden oluşur. Aşırı otlatma yapılan meralarda çabuk büyümeleri, kendilerini yenileme özelliğine sahip olmaları, rüzgar erozyonuna karşı başarılı koruma sağlamaları ve toprağa organik madde kazandırmaları bu otların başlıca özellikleridir. Toprakta uzun süre yeşilliğini koruyan tatlı yonca, hayvanlar tarafından sevilen bir bitki çeşididir. Nemli bölgeler için, trifolium repens veya beyaz yonca, phleum pratensa (yonca ile birlikte ekildiğinde toprağı 1-2 yıl kaplayabilir) ve phalaris arundina (bataklık sahalarda, yüksek dağlık alanlarda taraça boşaltma kanallarının sağlamlaştırılmasında) uygun bitki türleri olurken, agropyron cristatum ise kışları sert geçen Doğu Anadolu bölgesi için erozyon kontrolünde olumlu sonuçlar verecek bir türdür.

Toprak koşulları göz önüne alındığında genellikle asit olmayan topraklarda poa prantesis, poa compressa, agrostis alba, agrostis spp.,kumlu topraklarda axonopus compresus, orta şiddetli erozyona uğramış olan her türlü toprakta yetişme özelliğine sahip lespedeza sericea geniş sahalara ekilebilir. Ayrıca yüzeysel akışı kontrol altına alan, yağışın direkt toprağa temasında yaptığı tahribatı önleyen, toprak üzerini halı gibi kaplayarak koruma sağlayan en iyi bitki türlerinden bir diğeri de Lespedezalardır. (Common lespedeza, lespedeza striata, lespedeza stipulacea, lespedeza juncea, lespedeza sericea).

Ayrıca mera hayvancılığı yerine ahır hayvancılığına dönüşüm sağlanması da önemlidir. Ancak ahır hayvanlarına verilecek yemlerde de yeni yöntemler uygulanmalıdır. Bu yöntemler içinde en önemlilerinden biri silajdır. Yeşil yem bitkilerinin (koçanı oluşmuş mısır, fiğ ve tahıl karışımı, taze çayır otları, şeker veya hayvan pancarı yaprakları, sorgun veya sudan otu, çiçeklenmiş ayçiçeği, lahana yaprakları, tırtıl, yonca, korunga, şeker ve bira fabrikaları posaları) biçildikten sonra sıkıştırılıp üzerlerinin kapatılarak depolanması sonucu silaj elde edilir. Söz konusu yem bitkilerinin, nadas alanlarında ekiminin yapılması erozyonu önlemektedir. Diğer taraftan maliyetinin düşük olması, yapımının kolay olması, hayvanların severek yemesi, kuru otlara oranla besin değerinin yüksek olması gibi nedenler hayvanların otlaklara çıkarılmadan beslenmelerini sağlayacağından erozyona dolaylı yoldan katkı sağlar.

Orman alanlarının belirlenmesi: Ülkemizde kullanım bakımından mera, tarım alanı ve bozuk ormana dönüşmüş alanların belirlenerek, tekrar genç, iyi, koruluk ormanlara dönüştürülmesi gereklidir. Ormandan yoksun olan sahalarda ağaçlandırma yapılırken, sahanın iklim koşullarının dikkate alınması gereklidir. Çünkü her ağaç gereksinim duyduğu iklim koşullarının etkisi altında gelişme gösterir. Ormanlar saha planlamaları yapıldığında, erozyona karşı korumada oldukça başarılı sonuçlar vermektedir. Akarsuların aşındırma gücünü azaltmak için de çevrelerinin ağaçlandırılması önemlidir. Bu biçimde erozyon önlenebileceği gibi, barajların dolmasının da önüne geçilebilir.

Bir Cevap Yazın