Hidroelektrik santrallerin çevre kirliliği yaratmadığı ifadesinin dile getirildiği her durumda, içim sızlıyor. Derelerin kardeşliğinin örülmesi oldukça önemli. Ülkenin dört bir yanında akan suya elini uzatanlara karşı, farklı kültürler, farklı renkler, farklı dillerin bir araya gelmesi ne güzel.
Değişen ne? Bu soruya bu günlerde verilecek cevap insanın canını acıtıyor. Ama bazıları içinse bu can acıtma hali bir acayip şaşkınlık yaratıyor. Canımızı acıtan gelişmeleri DSİ’nin 55. Yılını kutlama buluşmasında Tayyip Erdoğan yapıyor. Başbakan hizmete alınan tesislerle ülkenin nasıl bir şantiyeye dönüştüğünü işaret ettikten sonra “Bu konuda hükümetimiz kararlı, ülkemizin sulanabilir arazilerinin tamamına suyu götüreceğiz. Daha önceki dönemlerde devamlı söylenen ‘Su akar, Türk bakar’ sözünü su kaynaklarına yaptığımız yatırımlarla ‘Su akar, Türk yapar’a çevirdik”diyor.(www.dsi.gov.tr)
Aynı kaynaklara yani DSİ web ortamına baktığımızda, kurulan, devam eden ve kurulacak olan yeni HES’lerle Anadolu’nun gerçekten de bir şantiye yerine dönüştü(rüldü)ğünü söyleyebiliriz. Binlerce yıldır akan derelere dur diyen ve önüne setler çeken, onu betonların içinde aktığı yerlerden çekip alan mantık ve bu mantığa ilişkin düzenlemeleri anlamak, şantiye yerine dönüştürülen yerlerde yaşanan tahribatların önüne geçmenin yani politik karşı çıkışların neden/nasıl olması gerekti hakkında da bizlere bilgi veriyor. Ama neden şimdi ve neden HES’ler. Çok daha önemlisi artık akan suya bakmayacak olan Türkler kim. Biliyoruz ki akan suyun önüne konan engellerden rahatsız olan rahatsızlıklarını ifade eden insanlar/oluşumlar da var. O zaman kim ya da kimler sorusu özel bir önem kazanıyor.
Neden şimdi sorusu Türkiye’nin içinden geçtiği ve geçerken eklemlendiği dünya kapitalizmindeki ulaştığı aşamayı gösterirken, kimler sorusu ise gerçekleşen yapısal değişimlerin öznelerini işaret ediyor. Süreci inşa edenler açısından dönemin kendine özgü oldukça önemli değişimi; tüm düzenlemelerin devlet otoritesi yani kamu dolayında gerçekleşmesi. HES’lere, özellikle son dönem gerçekleştirilen veya inşa halinde olan HES’lere özgü kendine özgülük ise bir yandan Türkiye’de önemli bir sermaye birikimine sahip SANKO ve ZORLU gibi büyük şirketlerin yanı sıra sayıları epey fazla olan ve yerel olduğunu düşündüğümüz ve yeni kurulan şirketlerin bu alanda yer alması. Ama çok daha önemli olan değişken ise kamu ile sermaye (şirketlerle) arasında yeni tamamlayıcı ilişki/biçimlerin oluşturulmasıdır. Belki HES özelinde söylenecek bir diğer önemli kendine özgülük ise enerji ve su ile ilgili genelleştirilmiş ve kolaya kaçan emperyalizm, dış düşman ifadelerinin yetersiz kalması. Yetersiz çünkü en azından kısa sürede sayıları (işletilen ve işletilecek olan) 1500’ü aşan HES’lerin bu topraklara ait sermayelerden yapılıyor olması. Biraz açalım isterseniz.
“Pragmatik kapitalist Erdoğan” ve işleyişi derelere kadar ulaşan kapitalizmin mantığı
“Pragmatik Kapitalist Erdoğan” ifadesi bana ait değil. İfade ABD’de yayınlanan Washington Post gazetesi yazarlarından Janine Zacharia’nın yorumu. Zacharia önemli tespitlerde bulunuyor, bu tespitlerden en önemlisi Erdoğan’a ilişkin onun bir ideolog değil de kapitalist piyasaya uygun eylemliliklerde bulunması değil, bu yorumu da daha önemli kılan Türkiye’de kapitalizmin hızla gelişmesi ve Ortadoğu’ya nüfuz etmeye çalışması. Bu kısacık yazıda (detaylara giremem ama) son dönem yaşanan önemli gelişmeleri ama özellikle de konumuzla ilgili değişiklikleri anlamak için Türkiye’de yaşanan yapısal değişimlere bakmamız gerekiyor. HES’lerle doğrudan bağlantıyı kuracak olursak Türkiye’de kapitalizmin gelişim hızı eşzamanlı ve birbirini tetikleyen iki dinamiğin önünü açıyor. İlki artan kapitalist yaşam ve kapitalist yatırımlar enerjiye olan ihtiyacı artırırken, diğer yandan aynı gelişmeyle doğrudan bağlantılı olarak enerji ihtiyacının varlığında enerji yatırımlarını önemli kılıyor. Türkiye pratiğinde suya ilişkin değişimlerin en azından şimdilik gerek ideolojik ve gerekse doğrudan maddi kaynağı enerji olarak karşımıza çıkıyor.
Kapitalist gelişmelerin temelinde enerji yani doğada var olan kaynakların değişim değeri yani piyasa için işlenerek dönüştürülmesi/üretilmesi enerji gereksinimini arttırıyor. Bu enerji ilk elden emek-gücü olarak işçileştirilenlerin maddeye biçim veren enerjilerini sisteme tabi kılarken, aynı zamanda emek-gücünün açığa çıkardığı iş yapma yeteneğini arttıracak enerjiye de ihtiyaç var. Etimolojik köken olarak enerji eski Yunan dilinde zaten bir şeylere biçim verecek etkinlik ve iş kelimelerinden türüyor. Neyse Türkiye’de kapitalizmin gelişmesi hem bir yaşam tarzı olarak üretim ve tüketim alanında enerji ihtiyacını arttırırken, bu ihtiyaç ise bilfiil enerji kaynaklarını açığa çıkarmak ve bir aşamada da bu alanlara yatırım yapmak yani sermayenin değerlenme alanı olarak bu alanları kullanmak özel önem kazanıyor. İnternet taramasında bulduğum Yukarı Manahoz Regülatörü ve Hidroelektrik Santralı Projesi tanıtım Raporu’nda HES’lerin neden gerekli olduğu açıklanıyor.
“Hızlı nüfus artışı ve buna bağlı olarak hızlı gelişme ve endüstrileşme sonucunda ülkemizde enerji açığı oldukça önemli bir şekilde kendini hissettirmeye başlamıştır. Gereksinim duyulan enerji açığı çeşitli yollardan temin edilmektedir. 1999 yılı itibariyle Türkiye’de üretilen enerjinin sadece % 59.2’si öz kaynaklarımızdan sağlanmaktadır. Dışa bağımlı enerji üretiminin büyük bir bölümü petrolden (% 8.9) ve doğalgazdan (%31.9) sağlanmaktadır ve Türkiye gelişen ihracatına rağmen, ihracat gelirlerinin büyük bir bölümünü petrol alımına ayırmak zorundadır. Dış ekonomik dengeyi olumsuz etkileyen dışa bağımlı enerji üretimi ayrıca güvenilir de değildir. Bu nedenle enerji üretiminde öz kaynaklarımızın arasında hidrolik potansiyel, yenilenebilir kaynak olması, işletme ve bakım masraflarının az olması, çevre kirliliği yaratmaması en önemlisi ulusal niteliği ile güvenilir enerji arzını sağlayan kaynak oluşu gibi özellikleri dolayısıyla ilk sırayı alıyor” (Yukarı Manahoz Regülatörü ve Hidroelektrik Santralı Projesi tanıtım Raporu)
Açıklama bir yandan sistemin üretim ve tüketim için artan enerji ihtiyacını işaret ederken diğer yandan nasıl oluyorsa ilk defa “bağımsız” olma önem kazanıyor. Ve enerjiyi kendi kaynaklarından yaratma özel bir önem taşıyor. Yine bir toplumsal iyiye işaret ediliyor; ödemeler dengesi açıkları. Ama HES’ler için özellikle son zamanlarda gerçekleştirilen ve literatürde “mini” ve “mikro” ölçeklerdeki HES yapımları için önemli bir tespiti daha yukarıda görebiliyoruz. Bu tespit ise HES’lerin sabit ve işletme sermaye maliyetlerinin az olması. Bu ifade sayısı yüzleri bulan ve yerelliklerden yükselen ve genellikle de mühendis yatırımcılar tarafından kurulan şirketlerin varlığını da açığa çıkarması açısından önem kazanıyor. Yerel-mühendislerin etkin olduğu şirketlerin varlığı iki açıdan önem kazanıyor, birincisi yerel güç ilişkilerinin devreye girmesi.
HES’lere karşı verilen mücadelelerin daha çok yerel topluluklardan açığa çıktığı düşünülürse bunun mücadele açısından ne kadar önemli olduğu açığa çıkıyor. Diğer yandan mühendis-çekişli şirketleşme eğilimi bu alanda toplumsal açıdan muhalif işlevler üstlenecek olan TMMOB’nin işini zorlaştıracak nitelikte. Yerel ölçekte gelişen şirketler ile artık gözümüz açıldı diyerek enerji ve dolayısıyla HES alanında yatırım yapan Sanko, Çalık, Anadolu Holding gibi büyük sermayeler kapitalizmin temel işleyişini hem merkezileşen sermayeler ve hem de küçük ölçekli ve yerel sermayeler üzerinden toplum üzerinde dolayısıyla bitkiler, hayvanlar ve insanlar üzerinde daha bir artışını gösterecek nitelikte.
Kapitalizmin işleyişinin geniş alanlara yansıyacak/etkileyecek biçimler alması aynı zamanda siyasi iktidarın bu çevrelere ilişkin düzenlemeler yaptıkları ölçüde güç donanımlarını arttırmaya yarıyor. Bu ifade AKP iktidarı için çok daha bir önem kazanıyor. Çalık gibi geç kapitalistleşen ama kendi değimleri ile agresif bir birikim süreci izleyen sermaye grupları ile Sanko gibi grupların ve daha adlarını sanlarını duyamadığımız onlarca şirketin siyasi iktidar dolayında güçlerini arttıracaklarını ama siyasi iktidar ise bu ilişkilerin derinleşip-merkezileşmesinden güçleneceğini söylemek sürece ait kötümser olmamızı sağlayacak gerçeklikler. Bu ilişki kendisini siyasi iktidarın yasal hukuksal düzenlemeler yapması ile daha açık bir biçim alacak.
Su Kullanım Hakkı Anlaşması: Suya bakmayanların, dokunanların anayasası
HES’lere ilişkin en önemli gelişme Su Kullanım Hakkı Anlaşması’dır. Bu önemi zaten düzenlemeyi yapanlarda biliyor. HES temel atma merasiminde Çevre ve Orman Bakanı Eroğlu açıkça ifade ediyor:
“Bizim yapmaya çalıştığımız ekonomik büyümenin talep ettiği enerji ihtiyacını karşılamak ama aynı zamanda yerli ve yenilenebilir kaynakları en üst seviyede değerlendirmektir. İşte bu sebeple Su Kullanım Hakkı Anlaşması ülkemiz için bir milattır”(HES Temel Atma Merasimi Veysel Eroğlu’nun Konuşma Metni 03 Nisan 2008 – Karabük)
Evet HES’ler için bu anlaşma bir milattır ama bu milattı tanımlayan en önemli yasal düzenek ise enerjide özelleştirmenin önünü açacak 4628 Sayılı Elektrik Piyasası Kanunu olmuştur. Kanun birinci maddede kanunun amacını işaret ediyor:
“Bu Kanunun amacı; elektriğin yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve çevreyle uyumlu bir şekilde tüketicilerin kullanımına sunulması için, rekabet ortamında özel hukuk hükümlerine göre faaliyet gösterebilecek, mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir elektrik enerjisi piyasasının oluşturulması ve bu piyasada bağımsız bir düzenleme ve denetimin sağlanmasıdır.
Bu Kanun; elektrik üretimi, iletimi, dağıtımı, toptan satışı, perakende satışı, perakende satış hizmeti, ithalat ve ihracatı ile bu faaliyetlerle ilişkili tüm gerçek ve tüzel kişilerin hak ve yükümlülüklerini, Elektrik Piyasası Düzenleme Kurumunun kurulması ile çalışma usul ve esaslarını ve elektrik üretim ve dağıtım varlıklarının özelleştirilmesinde izlenecek usulü kapsar.”
Kanun “bir elektrik enerjisi piyasasının oluşturulması” için gerekli düzenekleri işaret ediyor. Piyasa var olan ama kullanılamayan potansiyeli harekete geçirmeyi amaçlıyor. Potansiyeli harekete geçirmek belki de en açık ifade ama en teknik ifade. Potansiyel olanı açığa çıkarmak yani henüz kullanılmayanı kullanılması gereken şeyleri işaret etmeye yönelik her türlü nötr/teknik dil bu anlamda kötü. Kötü; insanlar için. Kötü, hayvanlar için kötü, canlı olmayan canlı doğa için kötü. Potansiyel ne için potansiyel. Kalkınma ilerleme ve gelişme için potansiyel. Bu teknik mühendislik dili kadar tehlikeli bir meşrulaştırma hali yok herhalde.
Potansiyeli açığa çıkarma çabasındaki güçlere baktığımızda epey bir çeşitlenme halinin olduğunu görüyoruz. Birkaç örnek:
Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) Başkanı Hasan Köktaş sermayenin yapımını üstlendiği 61 hidroelektrik santralın (HES) temelini atma töreninde,
“sürmekte olan özel sektör yatırımlarının tutarının 18 milyar YTL olduğunu belirterek, “Ülkemizin her yerinde temelleri atılan yeni üretim tesisi yatırımları, önümüzdeki 12 yıl içinde ülkemiz enerjisi sektörüne yapılması gereken yaklaşık 100 milyar dolarlık yatırımın özel sektör tarafından yapılabileceğinin somut göstergesidir”(Referans Gazetesi)
diye bir açıklamada bulunuyor. Aynı açılış buluşmasında DSİ Genel Müdürü Haydar Koçaker “Potansiyelimizin yüzde 80’ini kullanacağız” diyor.
“su kullanım hakkı anlaşmaları ile özel sektör tarafından yapımına talip olunan projelerin 20 bin 620 MW kurulu gücünde olduğunu belirterek, “Bu rakam, ülkemizin kurulu güç bakımından en büyük santralı olan Atatürk Barajı’ndan sekiz kat daha büyük. Bu projeler tamamlanınca ülkemizin hidroelektrik potansiyelinin yüzde 80’i kullanılır hale gelecek.” (Referans Gazetesi).
Aynı temel atma töreninde çok açık ve açık olduğu kadar sürece sermayenin nasıl agresif yaklaştığının göstergesi olarak Sanko Holding Başkanı Abdülkadir Konukoğlu ise;
“Temeli atılan Yedigöze HES’i yapacak olan Sanko Holding Başkanı Abdülkadir Konukoğlu “Şimdi sen tekstilcisin, ne işin var elektrik sektöründe diyeceksiniz. Herkes böyle bakıyor. Tekstilde 5’inci, elektrikte 1’inci kuşağız. Yıllarca barajlar yapılmış biz bakmışız, ama şimdi gözümüz açıldı. Bunu da herkes bilsin” dedi.
Ve dağdaki esen rüzgarı, akarsuları evlere getireceklerini sözlerine ekledi. (ReferansGazetesi)
Çevre ve Orman Bakanı ve DSİ gibi kamusal işleyişe sahip yapılar sıkça işaret edildiği gibi güç kaybetmiyorlar, tam tersine bazen düzenleyici ama genelliklede neredeyse piyasada sermaye gibi hareket eden öznelere aktörlere dönüyorlar. Kamuya ilişkin değişiklikleri burada bu kısa sürede detaylı analiz edemem ama son dönem gelişmelerde kamunun içsel mimarisinin önemli ölçüde değiştiği ve piyasa mantığının sadece kamuya egemen olmakla kalmayıp, kamunun piyasa mantığı dolayında biçimlendiğini gösteren gelişmelere/uygulamalara tanık oluyoruz. Kamu-özel işbirliği , yap-işlet devre ya da buna benzer düzenlemeler ile bu düzenlemeleri toplumsal alana yayacak yerinden yönetimlerin kaynak yapısını güçlendirerek da piyasa işleyişi içine çekecek düzenlemelerle karşılaşıyoruz. Bu gelişmeler sadece kamu-özelin kendi içinde ve kendi aralarındaki ilişkilerin değişmesi anlamına gelmiyor. Çok daha önemlisi açığa çıkan yıkım ve tahribatın daha bilinçli ve daha donanımlı hale geleceğinin de işareti. Bu gelişmelere bir de suyu koruma adı altında hızla biçimlenen sivil toplum kuruluşları ya da proje yönelimli ulusal ve uluslar arası yapılanmaları eklediğimizde durumun vahameti daha da açığa çıkıyor.
Olumsuz gelişmenin nasıl organize bir düşünce içinde biçimlendiğini görmek için bir diğer konuşmayı Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürü’nden dinleyelim:
“Değerli Konuklar, Suyumuzun her damlasını elektriğe dönüştürmek istiyoruz. Yaklaşık 140 milyar kWh’lik ekonomik hidroelektrik potansiyelimiz var. Halen; işletmedeki santrallarımız 14.278 MW’a ulaştı. İnşa halinde olan, lisans almış ve lisans başvurusu yapmış projelerin toplamı ise 23.000 MW’ı aştı.” (Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürü M. Kemal Büyükmıhçı MMO, Bülten 139, s 91)
Suya sadece bakmayan ona müdahale edenlerin anayasası olan “Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” ve bu yönetmelik üzerinden DSİ ile anlaşma yapan firmaların dökümünü yine DSİ web ortamında bir araya getirdiğimizde kısa sürede bütün ülkenin HES şantiyesine dönmesinin tarafları ve izledikleri yolu da daha detaylı görmüş oluyoruz. Zaten yönetmeliğin amaçlar kısmında temel yönelim de belirlenmiş:
“Bu Yönetmeliğin amacı, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu hükümleri çerçevesinde halen piyasada faaliyet gösteren veya gösterecek tüzel kişiler tarafından hidroelektrik enerji üretim tesisleri kurulması ve işletilmesine ilişkin üretim, otoprodüktör, otoprodüktör grubu lisansları için DSİ ve tüzel kişiler arasında düzenlenecek Su Kullanım Hakkı Anlaşması imzalanması işlemlerinde uygulanacak usul ve esasları belirlemektir”
Yine yönetmeliğin 4.maddesi yani tanımlar kısmı da kamu-özel ilişkisi üzerinden kurulan ilişkiyi yani “suya sadece bakmayan/müdahale edenler” i daha belirgin kılıyor. Tanımlar kısmında kamuya atfen bakanlık (Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığını), DSİ (Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünü), TÜİK (Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumunu),EİE(Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğünü), kamunun özelleşme sürecindeki iki önemli kurumu; EPDK( Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunu) ve EÜAŞ (Elektrik Üretim Anonim Şirketini) işaret ediyor. Diğer yandan şirket ise lisans almak üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması yapmak için başvuran anonim veya limited şirketi yani sermayeyi temsil ediyor. Burada HES’lerin özellikle mikro ve mini HES’lerin ilk sabit maliyet ve işletme maliyetlerinin düşük olması farklı ölçeklerdeki ve dolayısıyla Anadolu’ya yayılmış sermayeyi temsil ediyor. Peki bunlar nerede buluşuyorlar? Tanımlar kısmının m bendinde işaret edilen piyasada yani yönetmeliğin dili ile Elektrik enerjisi piyasasında buluşuyorlar. Peki “suya sadece bakmayan/dokunanlar” bunlarla mı sınırlı hayır. Bir de ÇED yani çevresel etki değerlendirmesini yapan akademik dünyanın ve alanın uzmanları da sürece dahil oluyor.
Tanımlar kısmında yer alan Ortak Tesis ifadesi aslında konumuz açısından çok ama çok önemli. Çünkü HES olarak uzun zaman aralıkları ile sermayeye aktarılan suyun kullanımı sadece enerji üretimi değil bu tanımda işaret edildiği üzere ” Enerji üretimi yanında sulama suyu, içme ve kullanma suyu temini ve taşkın koruma gibi birden fazla maksada hizmet eden tesisi” ifade ediyor. Yani her geçen gün önemi artan bir meta olarak suyun sadece enerji değil depolama ve başka amaçlarla kullanılması da açık bir şekilde dile getiriliyor. Hükümetin Orta Vadeli Program’ına ve Krize Karşı Teşvik programlarına bakıldığında bu ortak tesis ifadesi de belirginlik kazanıyor. Yukarıda işaret ettiğimiz kapitalizmin Türkiye’de hem merkezileşen hem de saçılan dinamik yapısı aynı zamanda sermayenin değerlenme alanı olarak doğal kaynakları hızla gündemine aldığını gösteriyor. Yani yıkım makinesi olan kapitalizm insanlar üzerinden yarattığı sermayeleri değerlendirmek için hızla doğaya gözünü dikmiş durumda.
Suya dokunanlar çevreye dokunmayacaklar
HES’lere ilişkin açıklamalarda belki de en çok dikkat çeken yukarıdaki HES projesinde de belirtilen HES’lerin “çevre kirliliği yaratmadığı” ifadesidir. Öyle ya toplumun kalkınması için, lüks yaşam için, ödemeler dengesindeki enerjiye yapılan harcamaların azaltılması için enerjiye ihtiyacımız var ve HES’lerde çevreye en az zarar veren enerji kaynağı olduğu için potansiyellerin değerlendirilmesi gerekiyor. Tunceli’deki Munzur Vadisi Milli Parkı içinde yer alan Mercan deresine vurulan altın kelepçenin nasıl binlerce yıl yatağında akan dere ile birlikte çevresini tahrip ettiğini gözlerimizle gördüğümüz için HES’lerin çevre kirliliği yaratmadığı ifadesinin dile getirildiği her durumda içim sızlıyor. Toplumsal ortak çıkar adına savunulan ve akan derelere onlarca kelepçe anlamına gelen HES’ler doğayı ve dolayısıyla bu bölgelerde yaşamlarını sürdüren insanların yaşam ortamını mahvediyor. Şirketlerin, sermayenin enerji ve başka nedenlerle suyun kullanım hakkını elde etmesi, hem de bunu kamu ile işbirliği ile elde etmesi yaşana süreci yani tahribatı hızlandırıyor. Yüzlerle ifade edilen HES’lerin kısa zaman dilimi içinde 1600 civarında bir rakama ulaşması suya dokunmanın hızını gözler önüne seriyor.
Yerel topluluklardan kabaran öfkesi, proaktif bilinçlenme ve çapraz dayanışma ağları
Suya dokunma hızlandıkça Anadolu’nun dört bir yanından öfkelerde artıyor. Suya dokunma yukarıda yönetmelikte gösterildiği gibi ülke düzeyinde organize bir şekilde gerçekleştikçe, sermaye-kamu işbirliği ile tahrip edilen yer-mekanlardan da karşı çıkışlar yükseliyor. Yaşam ortamını savunan bu öfke oldukça anlamlı ve önemli ama bir o kadar yerel-mekanlara yayıldığı için ortak bir dil-talep üzerinden biçimlenmesi bir o kadar zor. Suya dokunanları ortak kılan karlılık iken ve bu amaç Anadolu’da yer-mekan ayırmadan türkü, kürdü, alevisini içine alacak şekilde yıkım sürecini işletirken (Karadeniz’deki HES projesi sayısının 341 olarak açıklandığı raporda, Akdeniz bölgesi 225, Doğu Anadolu 30, Güney Doğu Anadolu 20) ulusalcı-şoven duygulara sarılmak oldukça anlamsız.
Gördüğüm sorunlu bir diğer alan ise, su sorunun kendisine gereken önemi vermeden, politik genel amaçlar üzerinden su sorununa yaklaşmak. Yükselen öfkenin kaynağını görmeden o öfkeyi kafa-kola almak. Belki de yıkım sürecine/kapitalizme karşı mücadeleyi en çok olumsuz etkileyen tarz bu olsa gerek. Su sorunu mu ve onu yaşayan farklı yereller mi, kadınlar mı, aman işçi sınıfı olmadan bu kesimlere yönelik her çaba anlamsız diyen bilinçli olarak karikatürize ettiğimiz bir yaklaşım. Su sorunu sadece insana ait sorun değil tüm yaşama ait sorundur ve su sorunun varlık nedeni de kapitalizmdir. Ama suya ulaşamama ya da ulaşıp da gereken fiyatı karşılayamama, ve bu sorunla kadın olarak yüzleşme kendi içinde farklılıkları içeriyor. Bu sorunu yaşayanlara dokunmak ancak sorunu politik düzleme taşıma anlamına geliyor.
Fakat suya dokunanlara karşı gösterilecek bir diğer sorunlu yaklaşım da yerel/olgusal ve kendine olanı öne çıkararak sorunu romantikleştirmek, lokalize etmek olacak. Sorunu yaratan kapitalizmdir. Çözüm de kapitalizme karşı ortak bir zemin hazırlamaktan geçer. Ama bu zeminin yaratılması sorunu yaşayanlarla anti-kapitalistler arasında kurulacak ve her iki tarafında zaman içinde yeniden yeniden biçimlenmesine yol açacak esnek ama kararlı bir birlikteliği içermeli. Ne sorunu yaşayanın kendine özgü olma hallerini göz ardı etmek ama ne de sorunu genelleşmiş anti-kapitalist, anti-patriarkal dinamiklerden ayrı düşünmemek gerekir. Bu anlamda çapraz dayanışma ağlarının örülmesi gerekiyor. Derelerin kardeşliğinin örülmesi bu anlamda oldukça önemli. Ülkenin dört bir yanında akan suya elini uzatanlara karşı, farklı kültürler, farklı renkler, farklı dillerin bir araya gelmesi ne güzel. Kolombiya su militanı D.Urrea’nın anlamlı ifadesini buraya taşımamız gerekiyor:
“Su için mücadele yaşam için mücadeledir. Bu mücadele bizleri farklı bayrağa sahip olmanın, farklı ırkta olmanın, farklı politikalara sahip olmanın ötesine taşır. Yaşam için mücadele bizleri birleştirir.”(Danilo Urrea, Kolombiya)
Evet HES’lere karşı bir şeyler yapmak daha zor. Ama bir o kadar da zorunlu. Çünkü artık yaşamın özü olan ortak kullanımlar -commons- (su, orman) sermayenin yeni birikim dinamiklerinin temel belirleyeni oldu, oluyor. Bu onları daha pragmatist kılıyor. Ama kapitalizmin yapısal belirleyenleri daha belirleyici olduğu ölçüde, arkasında daha büyük enerjiler açığa çıkarıyor. Konukoğlu “ama şimdi gözümüz açıldı…. dağdaki esen rüzgarı, akarsuları evlere getireceklerini” söyleyecek kadar kararlı, bakan Veysel Eroğlu “Bu sebeple kim ne derse desin ….Yapmamız gerektiği için yapacağız.”derken kararlı. O zaman bu yıkımı yaşayanlar ve yıkımın kapitalizme ait sürecin parçası olduğunu bilenler de kararlı olması gerekiyor. Sadece sokaklar da değil, suya dokunanların hareketlerini önceden tanımlayacak proaktif bilinçlenme ile sokakları birleştirecek çapraz dayanışmaya dayanan ağlar/organizasyonlar oluşturmak gerekiyor. (FE/TK)
* Fuat Ercan, Prof. Dr., Marmara Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi. Su Politik üyesi.
*Bu yazı Suyun Ticarileşmesine Hayır Platformu’nun düzenlediği HES’leri tanıtım toplantısına sunulmuştur. Bu toplantıya yapılan sunuşlar Çevre Mühendisler Odası’nca Nehir Tipi Hidroelektrik Santrallar (HES) ve Su Havzalarının Ticarileştirilmesi başlığı altında yayınlanmıştır.
Kaynak: Biamag