Gelişmiş ülkeler ve çok uluslu şirketlerin gelişmekte olan ülkelerde kiralama veya satın alma yoluyla yaptıkları üretime karşı çıkanlar bunu ‘toprak gaspı’ olarak nitelendiriyor.
Gelişmiş ülkeler ve çok uluslu şirketlerin gelişmekte olan ülkelerde kiralama veya satın alma yoluyla yaptıkları üretime karşı çıkanlar bunu ‘toprak gaspı’ olarak nitelendiriyor. Alman Heinrich Böll Vakfı’nın yayınladığı ‘Toprak Atlası’nda konu ele alınarak, artık gündemin toprak reformu değil gaspı olduğu ileri sürülüyor.
Son yıllarda tarım ve tarım ürünlerine yönelik yatırımlardaki artış toprağın değerini artırdı. Uluslararası düzeyde toprak satın alma, kiralama dönemi başladı. Özellikle gelişmiş ülkeler ve çok uluslu tarım şirketleri gelişmekte olan ülkelerde toprak satın alıyor veya kiralıyor. Bu tür kiralama ve satın almaya karşı çıkanlar bunu “toprak gaspı” olarak nitelendiriyor. Bir zamanlar toprak reformu gündemdeyken şimdilerde toprak gaspı konuşuluyor.
Alman Heinrich Böll Vakfı’nın yayınladığı 2015 Toprak Atlası’nın önemli bir bölümünü toprak gaspı, arazi ithalatı ve buna karşı verilen mücadele oluşturuyor.
İklim değişikliği, artan nüfus, değişen tüketim kalıpları ve yenilenebilir kaynaklardan üretilen enerji talebindeki artış arazi talebini de etkiliyor. Etiyopya gibi hızla artan nüfusa sahip ülkelerde tarım arazisinin kıtlığı sorun teşkil ediyor. Artan arazi fiyatları Fransa, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde tarım yapmaya hevesli insanların arazi kiralama ya da satın almalarına olanak vermiyor. Düşük faiz oranları ve tarımsal ürünlerin fiyatlarında yaşanan artışla birlikte araziler de değerlenmeye devam edecek. Büyük yatırımcılar artık araziyi cazip bir mal varlığı olarak görüyorlar. Geçtiğimiz 10 yılda yatırımcılar özellikle gelişmekte olan ülkelerde tarım, madencilik, turizm ve diğer faaliyetler için geniş araziler satın aldılar ya da uzun süreli kiraladılar. Hükümetler ekonomiyi canlandırma beklentisiyle bu sıcak para girdisine karşı oldukça davetkâr davranıyor. Fakat bu toprak alımları son derece tartışmalı. Karşıt görüştekiler buna “toprak gaspı” adını veriyor.
Bu çevrelerde Afrika’daki topraklara yaptığı milyarlarca dolar yatırımlar yüzünden Çin’i öfk eyle eleştirenler çoğunlukta. Fakat, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Güney Kore ve Amerika Birleşik Devletleri’ de Afrika’daki toprak alımlarında etkin oyunculardan. Hatta bu ülkelerdeki yerli yatırımcı şirketler büyük çapta araziler satın alıyor. Bu tür büyük anlaşmalar sadece Afrika’ya özgü değil; Doğu Avrupa, Güney Amerika, Güney ve Güneydoğu Asya da yatırımcıların hedefinde. Romanya’da arazi fiyatları son on yıllık süreçte her yıl yüzde 40, başka bir deyişle bu 10 yıllık süreçte yüzde 1817 oranında artış gösterdi. Fakat çok fazla küçük üreticinin olduğu ülkelerde büyük toprak alımları bu küçük üreticilerle ticari çıkarlar arasında çatışmalara sebep oluyor. Toprak hakları genellikle muğlak tanımlara sahip ve mülkiyet, bireysel değil müşterek. Yatırımcılar ve hükümetler o arazilerin “atıl” olduğunu düşünebilirler, fakat o topraklar üzerinde yaşayan, gıdasını yetiştiren ve hayvanlarını otlatan insanları da hesaba katmalılar .
Şeffaf olmayan anlaşmalar
Bu arazi anlaşmaları genellikle şeff af değil, bu sebeple doğrudan etkilenen insanların bu konuda bilgi almaları ya da görüş bildirmeleri çok zor. Toprak mülkiyetine dair yasayla korunan hakların olduğu durumlarda bile yerli üreticiler genellikle bu haklarını kullanabilecek güçten yoksunlar.
Ticarete konu olan arazi miktarı da belirsiz. Bu sebeple Küresel Arazi Matrisi Gözlemevi (Land Matrix Global Observatory) bu sorunun cevabını bulmaya çalışıyor. Düşük ve orta gelirli ülkelerde 2000 yılından beri gerçekleşen arazi alımlarının takibini yapıyorlar. Veri tabanları şu ana kadar yabancı yatırımcıların da dahil olduğu yaklaşık 1400 anlaşma içeriyor. Bunların içinde 39 milyon hektarlık alanı (ki; bu alan Almanya’nın toplam yüzölçümünden büyük) kaplayan 1000’in üzerinde anlaşma sonuçlanmış durumda. 16 milyon hektarlık alanı ilgilendiren diğer 200 anlaşma için ise görüşmeler sürüyor. GRAIN ve Oxfam gibi başka kuruluşların raporlarına göre, var olan anlaşmaların hacmi çok daha büyük.
Toprak satışı kargaşaya ve savaşa neden olabilir
Arazi Matrisi verileri, nüfus artış hızının yüksek ve dolayısıyla gıda talebinin artışta olduğu düşük ve orta gelirli ülkelerde, özellikle de Afrika’da “araziye hücum”un gerçekten var olduğunu gösteriyor. 2008 ve 2009 yıllarında hızla yükselen gıda fiyatları birçok ülkede toplumsal kargaşaya neden oldu. Yöre halkları büyük çaplı yoğun tarımsal yatırımlar sebebiyle bir kenara itilmeye devam ederse bu olaylar tekrarlanabilir. Verimli toprak sınırlı bir kaynaktır ve bu kaynak için yaşanacak rekabet özellikle de zayıf yasal düzenlemeler ve güç dengesizliklerine sahip ülkelerde toplumsal kargaşaya yol açacaktır.
Tükettiğimiz her şeyi üretmek için toprağa ihtiyaç var. Her bir ürünün ne büyüklükte bir arazi gerektirdiğini hesaplayarak görmek mümkün. Bu rakamları üst üste koyup toplarsak ortaya “toprak ayak izi” diyebileceğimiz bir rakam çıkar. Bu, yaşam standardımızı sürdürmek için gereken toprak miktarıdır. Bir adım daha ileri gidip gıda ve malların bir yerden bir yere taşınırken üzerinden geçtikleri “sanal toprak” ın ne kadarının ülkeler ve bölgeler arasındaki ticarete tabi olduğunu da hesaplayabiliriz.
Avrupa’nın arazi ihtalatı
Avrupa kendi sınırları dışındaki topraklara en bağımlı kıtadır. Avrupa Birliği’nin toprak ayak izinin yılda 640 milyon hektar olduğu tahmin edilmektedir ki; bu rakam, AB’nin 28 ülkesinin toplam yüzölçümünün 1,5 katıdır. Bu toprak Çin, Moğolistan, Rusya, Brezilya ve diğer bazı ülkelerde bulunur ve bu ülkelerin bazıları kendi vatandaşlarının temel gıda gereksinimlerini ve kaynaklarını karşılayamamaktadır.
Dünyanın en büyük 10 ithalatçı ülkesinin 6’sı Avrupa’da yer alıyor; Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa, Hollanda ve İspanya. Bunlardan Almanya ve İngiltere yılda neredeyse 80 milyon hektarlık ithalat yapıyor. Her bir AB vatandaşı yılda yaklaşık 1.3 hektar toprak tüketir. Bu rakam bir Bangladeşlinin ortalamasının altı katından fazladır. Bu gibi eşitsizlikler, küresel nüfusun çoğu gelişmiş ülkelerde yaşayan küçük bir bölümünün kendi hakkına düşenden çok daha fazlasını tükettiği gerçeğiyle yüzleşmeden çözülemez. Dünyadaki herkes ortalama bir Avrupalının tükettiği eti tüketseydi, dünyadaki ekilebilir arazilerin yüzde 80’inin sadece et üretimine ayrılması gerekirdi. Diğer yandan Avrupa’nın her türlü hayvan ürünü tüketimini yarıya indirirsek kıtanın ayak izi 35 milyon hektar ekili alan ve 9 milyon hektar otlak alanı kadar azalabilir.
Avrupa’nın bu devasa toprak talebinin başka yerlerde çevresel, sosyal ve ekonomik olarak olumsuz etkileri var. Gelişmekte olan ülkelerin ekosistemlerindeki bozulmaların, toprak gaspının, toplulukların yerinden edilmelerinin ve kötü çalışma koşullarının temel sebebi olarak bu durum gösterilmektedir.
Fakat, AB bu soruna çözüm üretmek yerine toprak tüketimini, arazi ithalatına bağımlılığını ve bunun yarattığı olumsuz çevresel ve toplumsal etkileri arttırmaya devam ediyor. Örneğin biyoyakıtlara dönüş politikası Avrupa’nın toprak ayak izinin etkilerini dikkate almıyor. Yakın zamanlarda yapılan bir araştırmaya göre 2030 İklim ve Enerji Çerçevesi’nde kabul edilen biyoenerji gerekliliklerini yerine getirmesi için AB’nin her yıl 70 milyon hektar fazladan araziye gereksinimi olacak. Bu alan Fransa’nın yüzölçümünden fazla. Biyoplastik ve biyolojik temelli kimyasallar gibi biyolojik temelli ürünler pazarı ise büyüyerek bu sorunu da büyütecek.
Toprak gaspına karşı mücadele
Dünya Bankası ekonomistlerinden Klaus Deininger “toprak gaspı”nın dünya çapında ekilebilir tarım arazilerinin yüzde 10 ila 30’unu etkilediğini söylüyor. Bu trendin sebepleri hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde yatıyor. Genişleyen şehirler, madenler, altyapı projeleri ve artan tarımsal ürün fiyatları tarım arazilerini kârlı bir yatırım aracı haline getiriyor. Suudi Arabistan’da olduğu gibi su yoksunluğu, Çin’de olduğu gibi değişen beslenme alışkanlıkları ve Avrupa Birliği’nde olduğu gibi biyoyakıt politikaları, devletler ve şirketlerin arazi açlığını körüklüyor.
Toprak gaspları o bölgede yaşayan ve tarım yapan insanların tahliye edilmesine sebep oluyor. Resmi haklara ya da direnme gücüne sahip olmayan insanlar zarar görüyor. Bu durum en çok bölgenin yerlilerini, küçük çiftçileri, kadınları ve hayvancılıkla uğraşanları vuruyor. Hindistan’da topraksızlar hareketi olarak bilinen Ekta Parishad, toprak reformu meselesini siyasi gündeme sokabilmek için bir dizi protesto gösterisi düzenledi. Uluslararası La Via Campesina Ağı (Çiftçilerin Yolu) topraksızların ve küçük çiftçilerin çıkarlarını temsil ediyor. Dünyada yaşanan toprak gasplarının ve tahliyelerin kaydını tutuyor; çok farklı çıkarlara ve motivasyonlara sahip çeşitli çiftçi hareketlerinin birbirine eklemlenmesini sağlıyor.
‘Türkiye’de toprak gaspı devlet eliyle yapılıyor’
Toprak Atlası’nın Türkçe versiyonunda Bengi Akbulut tarafından kaleme alınan “Düşman dışarıda değil içeride” başlıklı makalede Türkiye’de toprak gaspının devlet eliyle yapıldığı iddia ediliyor. Türkiye’deki uygulamalar özetle şöyle: Türkiye’de toprak gaspı bizzat devlet eliyle mümkün kılındığının ve gaspçıların da çoğu kez “dışarıda” değil “içeride” aranması gerektiğinin altını çizmek gerek. Aslına bakılırsa toprak gaspının, Türkiye’nin son 10 yıldaki büyüme stratejisine ilişkin olduğunu söylemek abartılı olmaz. Bu dönemde, özellikle de ekonominin lokomotifi sayılan enerji projeleri, inşaat faaliyetleri ve maden yatırımları için tarımsal niteliği olan büyük miktarda arazilerin, kullanıcılarının söz hakkı olmaksızın eski kullanımlarından koparıldığına şahit olduk. Bu süreçlerin en temel aracı olarak ise karşımıza tartışmalı uygulamalarıyla kamuoyunda da yankı uyandıran Acele Kamulaştırma Kanunu çıktı. Bununla birlikte kurulmak istenen termik santral için Yırca köylülerinin katledilen zeytinliklerinden, Peri Vadisi’nde planlanan Pembelik Barajı için Akkuş köylülerinin gasp edilen topraklarından, Efemçukuru’nda köylülerin direnişine rağmen altın madeni arama faaliyeti yürütülmek istenen arazilerden BTC boru hattı için gasp edilen topraklara kadar sayısız vakada sürecin hukuki imkânının acele kamulaştırma kararlarıyla yaratıldı. Bir örnek de İstanbul’dan: İnşaatına başlanan 3. Köprü’nün bağlantı yolları ve Kuzey Marmara Otoyolu için ise İstanbul’un 8 ilçesinde acele kamulaştırma kararı verildi. Yani projenin inşaat ve hafriyat çalışmaları nedeniyle göl ve göletler, akar ve kuru dereler, tarım, mera alanları ortadan kaldırılacak. Ulusal ekonomiye yarar sağladığına hükmedildiğinde tarımsal niteliği olan araziler devletin farklı kurumlarınca gasp edilerek piyasa kriterlerine göre daha kârlı kullanımlara açılabiliyor.
2B ve Büyükşehir Yasası
Acele kamulaştırma uygulamalarının dışında kalan birçok başka yasal düzenleme de tarımsal üretim yapılan topraklara, eski kullanıcılarının söz hakkı olmadan el konulmasının yolunu açıyor. 2B Yasası ile orman niteliğini yitirmiş arazilerin orman rejimi dışına çıkarılması ve Hazine elinden çıkarılarak özel mülkiyete açılması, Büyükşehir Yasası ile merkezlere bağlı köylerin tüzel kişiliklerini kaybedip mahalle statüsüne geçmesi, köy taşınmazlarından olan tarımsal nitelikli arazilerin kentsel alan kapsamına alınmasını kolaylaştırıyordu ve bu toprakların eski kullanıcılarından gasp edilmesine neden oldu.
kaynak:Dunya