Başta buğday birçok kültür bitkisi çiftçiler tarafından on bin yıl önce Anadolu’nun da içinde bulunduğu bereketli hilal denilen bölgede geliştirildi.
Yerel tohumlarla sağlanan bu muhteşem biyoçeşitliliğe, özellikle 1980 sonrası uluslar arası tohum şirketleri ağır darbeler indiriyorlar. Örneğin domateste veya buğdayda nerede ise her köyün toprak ve iklim özelliklerine uyum göstermiş binlerce çeşidi birkaç çeşide indirerek bunları da patent veya benzeri fikri mülkiyet halkları ile sahiplenmek istiyorlar. Binlerce kuşaktan çiftçinin geliştirdiği bu çeşitlere birkaç gen sokarak veya çıkararak el koyuyorlar. Buna biyokorsanlık diyoruz. Buna hakları yok. Kendi çeşitlerinin daha verimli olduğunu iddia edebiliyorlar. Ancak her ürün ve yerde görülmeyen bu verim artışı kimyasal gübrelerle sağlanıyor. Ayrıca şirket çeşitleri hastalık ve zararlılara dirençsiz olduğundan kimyasal ilaç kullanmak kaçınılmaz oluyor. Bu yüzden insanlar kanser başta birçok hastalıktan sapır sapır dökülmekte. Araştırmalar yerel tohumlarla üretilmiş ürünlerin vitamin ve mineral maddeler başta besleyici özellikler yönünden şirket tohumlarından çok üstün olduğunu ortaya koyuyor. ABD’de yapılan bir araştırma ile 1950–1999 yılları arasındaki 50 yıllık süre içinde 43 sebze ve meyvede 13 besin maddesinde besin değerlerindeki değişimler incelenmiştir. Örneğin ıspanakta C vitamininde düşme oranı %52’dir. Soğanda ise bu düşme %28’dir. Demir oranındaki düşüşler soğanda %56, ıspanakta ise %10 olmuştur. Bu ise hastalıkların önlenmesi açısından çok önemlidir.
Şirket tohumları ile kullanılan kimyasal gübre ve ilaçlar toprağı bir süre sonra kullanılmaz hale getirdiği gibi doğal dengeyi bozarak giderek daha fazla tarım ilacı kullanmayı gerektirmektedir. Küresel iklim değişimine neden olan sera gazlarındaki artışın önemli kaynaklarından biri de bu anlattığımız kimyasal ilaç ve gübrelere, fosil yakıtlara, ağır makinelere ve aşırı suya bağımlı endüstriyel tarım sistemidir. Büyük tohum şirketlerinin önemli bir kısmı aynı zamanda tarım ilaçları üreticisidir. Hatta bazıları beşeri ilaç alanında da güçlüdür. Bu durumda tarım ilacının bol bol kullanılması bu şirketler için problem değildir. Kârlarının artışı böyle sağlanır.
Bütün dünyada yerel tohumlar kaybolmaktadır. ABD’de birçok sebze tohumu çeşidi yüzde 95’lere kadar varan oranlarda yeryüzünden silinmiştir. Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü FAO dünyada çeşit kaybının %75 olduğunu bildirmektedir. Ülkemizde de çeşitlerin kaybı hızlanmıştır. Genellikle yerel çeşitler dağ köylerinde kalmıştır. Ova köyleri endüstriyel tarıma ve şirket tohumlarına epeyce teslim olmuştur. Hâlbuki bunlara ihtiyacımız her geçen gün artıyor. Küresel ısınma yerel tohumları her bakımdan üstün hale getiriyor. Çünkü bunlar değişen iklim koşullarına daha kolay uyum gösteriyorlar ve çoğu zaman daha az suyla hatta susuz yetiştirilebiliyorlar.
Şirketler tohumları sahipleniyor. Patent bu el koyma yollarından biridir. Hâlbuki “yaşam patentlenemez”. Patent, tohum çeşitlerini yani yaşamı metalaştırmak demektir. Bu tohumları para ile satmaktan farklı bir şeydir. Birileri çoğalttıkları tohumları satabilirler. Bunda bir problem yok. Patentte ise şirketler belli bir çeşit üzerinde fikri mülkiyet hakları olduğunu iddia ediyorlar. Resmen o tohum çeşidi onların oluyor. Sanayiden örnek verelim. Bir şirket diyelim ilk kez faks makinesi geliştirdi. Bu makine daha önce yoktu. Şirket bu makine üzerinde fikri mülkiyet hakkı iddia edebiliyor. Bunu bir dereceye kadar anlayabiliyoruz. Bir parantez açalım. Bu görüş bile eleştiriliyor. Faks makinesini geliştirmek için mutlaka başka bilgilere ihtiyaç var. Bu bilgileri üretenler bunlara karşı hiçbir bedel talep etmiyorlar. Ayrıca bu fikri mülkiyet hakları tüm insanlığın çıkarlarına aykırı olabiliyor. Aids ilaçlarının patentlenmesi ile ilgili tartışmaları hatırlayın. Tekrar konumuza dönersek, hayata ait olan on bin yıldır binlerce kuşak köylü tarafından geliştirilmiş tohum çeşitlerini ele alarak, ona birkaç gen sokarak veya çıkararak nasıl şirketler bu tohum çeşitleri ve genleri üzerinde fikri mülkiyet hakkı (örneğin patent) iddia edebiliyorlar? Bunun anlamı hayatın yağmalanmasıdır.
Büyük tohum devleri halen gelişmekte olan ülkelerin yerel tohumları ile ülkelerin kamu kuruluşlarına ait gen merkezlerindeki tohumlara istedikleri gibi el koymuşlardır ve koymaya devam etmektedirler. Buna biyokorsanlık diyoruz. Bir ABD firması Hindistan’ın basmati çeşidi pirincine el koyarak kendi adına patent çıkartmıştır.
Yerel tohumlar, köy çeşitleri veya köy popülâsyonları bütün dünyada büyük bir önem kazanmakta. Bunlara İngilizce heirloom deniyor. Köylüler şirket tohumlarına satın tohum demekte. Tohum ve hayvanlar bütün bir insanlığa aittir. İtiraz ettiğimiz şirketlerin bunlara sahip çıkma çabalarıdır. Domates, biber, patlıcan, tütün gibi birçok bitki Anadolu’ya Amerika’dan geldi. Domatesin gelişinin üzerinden 100 yıl geçti. Patlıcan ve biberin ise 300 yıl önce geldiği tahmin ediliyor. Diğer yandan on bin yıl önce Anadolu’da geliştirilen buğday buradan bütün dünyaya yayıldı. Kim bunların üzerinde hak iddia edebilir? Bunlar bütün bir insanlığa aittir.
Dört yıl önce çıkarılan tohum kanunu ise durumu daha da kötüye götürüyor. Yerel tohumlar bu yasa ile adeta uyuşturucu madde gibi yasa dışı ilan edildi. Türkiye’de 31.10.2006’da TBMM’den geçerek kanunlaşan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu yerel çeşitler veya köy popülasyonları şeklinde tanımlanan genetik materyalin ticaretini yasaklamaktadır. Kanunun 5. maddesi “Bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin verilir.” 7. Maddesi ise “yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilir” demektedir. Yerel tohumlar birbirlerinden çok farklı özellikler göstermeyebiliyor. Ayrıca aynı yerel tohum içindeki bitkiler birörnek olmayabiliyor. Yıldan yıla değişkenlikler gösterebiliyor. Kanunda tanımlanan bu özellikleri nedeniyle yerel tohumlar çeşit (varyete) sayılmayabiliyor. Kanun bu tohumları çeşit saymıyor, tohum çeşit listesine almıyor ve ticaretini yasaklıyor. Örneğin Torbalı dağ köylerinde ilginç bir patlıcan çeşidi görüyoruz. Aynı tarlada üretilen patlıcanların hiç biri diğerine benzemiyor. Renkleri sarı, mor, beyaz, siyah olabiliyor. Bu farklılıklar bizim için çok iyi iken, tohumu metalaştırmak isteyenler tarafından satılmamaları için gerekçe olarak kullanılabilecektir. Şirketler yerel tohumları piyasadan silmek isterken, sadece kendi ıslah programlarında kullanmak üzere yaşamalarını istiyorlar. Onlara göre yerel tohumların yeri tarlalar değil gen merkezleridir. Her şeyi bu arada tohumu metalaştırmaya çalışan bu sistem aslında üretici ve tüketicisiyle milyonlarca insanın çıkarlarına aykırı hareket edebilmektedir. Tohum Kanunu bu genetik kaynaklardan elde edilen yerel tohumlukların çiftçiler arasında değişimine açık olmakla birlikte ticaretine yasak getirmektedir. Benzer özellikler birçok diğer ülke yasasında da bulunmaktadır. Bu yasalarla ulusötesi tohum şirketleri hegemonyalarını pekiştirecek yeni bir güç kazanmış olmaktadırlar. Kısacası köylünün, çiftçinin yerel tohumları ve bunlardan ürettiği fideleri satması yasaklanmıştır. Bu zulümdür. Bu durum yavaş yavaş hayata geçirilmektedir.
Anayasa Mahkemesinde tohum kanunu ile ilgili CHP’nin açtığı dava dört yılı aşkın bir süreden sonra 13 Ocak 2011’de karara bağlandı ve 21 Ocak 2011 de Resmi Gazetede yayınlandı. Karar özet olarak, küçük bir istisna ile başvurunun reddi anlamına geliyor.
Yerel tohumları bütün dünyada genellikle yaşlı kadınların sakladığı görülüyor. Bunlardan biri öldüğünde bütün tohum sandığının çöpe dökülmesi işten bile değil. BU nedenle zamanımız daralıyor. Daha önce Torbalı’da yapıldığı gibi, Seferihisar Tohum Takas Şenliği de yerel tohumların kaybolmaması, yayılması, ürünlerinin tanıtılması ve tüketiminin artması yolunda bir adım. Umarız bu adım dalga dalga bütün Türkiye’ye yayılır.
Bizim yapacağımız yerel tohumların kaybolmadan üretilmesi ve gelişmesini sağlamaktır. Yerel tohumlarımızın kaydının devletin yanında çeşitli düzeylerde ve özellikle çiftçi ve çevre örgütleri elinde tutulması son derece önemlidir. Bunların olabildiğince özellikleri kaydedilmeli, yapılabildiği ölçüde gen haritaları çıkarılmalıdır. Bunlarla yapılan yemekler kitaplara vb. geçirilmelidir. Yoksa bunların çalınması ve patentlenmesi işten bile değildir.
Yerel düzeyde tohum ağları, dernekleri kurulmalıdır. Yerel tohumlardan kimyasal ilaç ve gübre olmaksızın üretilen ürünler köy pazarlarında veya tüketim kooperatiflerinde satılmalıdır. Bunlara belediyeler öncülük yapmalıdır. Mücadele çok yönlü ve uzun sürecektir. Elbette tohum kanunu da bir gün değişecektir.