Teknoloji gelişiyor, nüfus çoğalıyor. Çin, Hindistan gibi yoğun insan nüfusuna sahip ülkelerde insanların satın alma güçleri artıyor. Dolayısı ile ekonomistlerin dillerinden hiç düşürmedikleri “kıt kaynaklar” daha da kıt hale geliyor.
Burada özellikle enerji konusunda, doğayı korumak amacıyla her şeye karşı çıktığı düşünülen çevreciler, artan enerji talebini karşılamayarak kar etmek isteyen şirketler ve kalkınmak, gelişmek, vatandaşlarını refah içerisinde yaşatmak isteyen devletler arasında içinden çıkılmaz sanılan bir çatışma ortaya çıkıyor.
Çevreciler Neye, Neden Karşı Çıkıyor?
En temelinde çevreciler, özellikle enerji yatırımlarına temel hak ve hürriyetler açısından karşı çıkıyor.
Siz bir yere bir hidroelektrik santral kurarsanız, burada bu yeni oluşumdan etkilenecek tüm canlı ve hatta cansızları (tarihi yapılar, özel coğrafi oluşumlar) düşünmek zorundasınız.
Örneğin kömür yakıtı kullanan bir termik santral, kurulduğu yerde yaşayan insanlar ve diğer canlıların sağlığını kötü etkiliyorsa…
Bir hidroelektrik santral üzerine kurulduğu nehri kurutuyor, bir balık türünün soyunu tüketiyor, yıllardır orada yaşayan Ayşe’ nin ot toplamasını engelliyorsa…
Hatta zararı hala tartışmalı olan bir cep telefonu baz istasyonu tam pencerenizin önüne konuyor ve sizi mutsuz ediyorsa, çevreciler bunlara karşı çıkıyor.
Soruyorum size, elektriğin kilovat fiyatı hesaplanırken:
O elektriğin üretildiği termik santralin yarattığı kirli havayı soluyup da hasta olan insanların hastane masrafları; hidroelektrik santral yüzünden hayvanlarını otlatamayan insanların ekonomik zararları da bu hesaba katılıyor mu?
Ya da merak ediyorum:
Baraj yapımı için sular altında kalan bir tarihi kentin; tek yaşadığı nehir kuruduğu için yok olan bir balık türünün; geleneksel üretimlerini bırakıp da enerji üretim fabrikalarında çalışan bir yöre halkının 1-2 nesil içerisinde kaybettiği bağbozumu şenliği ritüelleri, folklor oyunları, kız alma-verme geleneklerinin ekonomik değeri nedir? Kaç paradır bunlar?
Açıkçası doğal ve kültürel varlıkların kaybı maalesef geri dönüşsüzdür.
Bir çok insan için sadece insanlar ve onlar için yaşayan köle çiftlik hayvanlarının, seçilmiş tarım bitkilerinin yaşadığı, televizyonlarında sadece teknolojik şehir kültürlerinin gösterildiği bir dünya yaşanabilir ve kabul edilebilir değildir. Doğanın, dünyanın ve kendi yerelinde kendi kültürü ile yaşamak isteyen insanların vazgeçilemez temel hakları vardır.
İşte bu yüzden çevreciler bir çok enerji yatırımına karşı çıkar.
Ancak sanıldığı gibi her şeye karşı çıkmazlar. Çünkü başka bir dünyanın mümkün olduğunu bilirler.
Ve gerçekten de başka bir dünya mümkündür.
Peki ne yapmalı? Mum ışığında oturup, battaniyeye mi sarınalım?
Hayır. İnsanlar hem makul miktarda enerji kullanıp hem de dünyayı ve yerel kültürleri sömürmeden sürdürülebilir bir şekilde yaşayabilir.
Geçen hafta katılma şansı bulduğum bir “enerji verimliliği” eğitimi, bu konuda bir makale yazabilecek veriler elde etmemi sağladı. Bu eğitimde öğrendiğime göre özellikle Avrupa Birliği üyesi ülkeler enerji verimliliği konusunda çok yoğun çalışmalar yapıyor. 2020 yılına kadar karbon emisyonlarını % 20 azaltmayı hedefliyorlar. Makul ve mantıklı detaylı planlamalar yapılıyor. Öyle ki 2050 yılında binaların süper enerji verimli (ekserjik) olması, kendi enerjisinin tamamını üretmesi, hatta ürettiği fazla enerjiyi dışarı satması planlanıyor.
Ayrıca enerji verimliliğine yatırım yapmak, yeni enerji üretmeye göre hem daha çevreci, hem daha verimli, hem de daha fazla istihdam sağlıyor. ABD’ nin son başkanı Obama, ekonomi politikasını enerji verimliliği ile yaratılacak istihdam üzerine kurmuş durumda.
Dünyanın bir çok yerinde ve özellikle ülkemizde enerji genelde büyük tesislerde üretiliyor ve çok düzensiz dağıtılıyor. Örneğin A şehrindeki barajda üretilen enerji önce B şehrindeki toplama merkezine gidip sonra A şehrine geri dağıtılabiliyor. Ve elbette bu arada büyük kayıplar oluyor. Aslında yazının başında anlattığım sorunların temelinde de hep enerjiyi büyük tesislerde büyük miktarda endüstriyel olarak üretmek yatıyor. Enerji konusunda yapılacakları önceden görüp planlamalarını uygulamaya geçirmiş ülkeler bu konuda çok yol kat etmiş ve enerji üretim birimlerini küçültüp, dağıtıklaştırmış. örneğin Danimarka’ ya bakınız:
Resim 1- Danimarka’ da enerji üretim ve dağıtım sisteminin 20 yıl içerisindeki değişimi*
Enerji Verimli Bina ve Yapılar
Türkiye’ de bir kamu binasında bir enerji verimliliği çalışması yapılmış ve bu binada yapılacak bir çalışma ile aynı binanın % 65 daha az enerji ile aynı işi yapabileceği ortaya çıkmış. Ve ülkemizde kamu binaları genel olarak böyle imiş.
Ülkemizde de enerji verimli binalar ve yapılar yapılmaya başlandı. Hatta enerji oburu diye tarif edilen alışveriş merkezleri için bile yapılacak çok şey var.
Meydan Alışveriş Merkezi – İstanbul
Türkiye’ de İstanbul’ da Meydan Alışveriş Merkezinde jeotermal sistem, yılda 1,3 milyon kilovat saat primer enerji tasarruf ediyor. Bu enerji daha emniyetli, istenildiğinde kullanıma hazır ve çevre için zararlı herhangi bir atık ya da gaz üretmiyor. Meydanın toprak enerjisiyle ısıtıp soğutulması, yılda yaklaşık 350 tonluk karbondioksitin doğaya verilmesini önlüyor. Çim çatısı da, yalıtım sağlıyor ve yeşil alan miktarını artırıyor.**
Resim 2 – İstanbul, Meydan alış veriş merkezi**
Ve çeşitli ülkelerin bazı projeleri, geleceğin dünyasına umutla bakmamızı sağlıyor.
Dongtan Şehri – Çin
Başlangıç aşamasında 1.3 milyar dolarlık bütçe hazırlanan proje gerçekleşirse, ‘eko-kent’ Dongtan, Yangze Nehri’nin ağzındaki Chonming Adası’nda boy gösterecek. Çin’in ilk ‘yeşil kenti’ olacak. Dongtan’da tarımsal sulama yağmur sularıyla yapılacak, ev atıkları yakıt olarak kullanılacak. Şehrin ancak yüzde 40’ını oluşturacak yapıların çatıları çimle kaplanacak. Araçlarda da benzin veya mazot kullanılmayacak. Tüm enerji ihtiyaçlarını kendi karşılayabilen şehirdeki enerji kaynakları kendi kendini yenileme gücüne de sahip; rüzgar trafoları, bio-yakıtlar ve tekrar kullanımlı organik malzemeler kullanılarak enerji üretilmesi planlanıyor. Şehirde yaşayanlar, yerel çiftliklerde yetiştirilecek biyolojik ürünleri tüketecek. Evlerin çatıları çimle kaplanacak. Bu da en iyi ısı yalıtımını sağlayacak ve enerji tüketimi yüzde 70 azalacak. Şehrin ancak yüzde 40ına inşaat yapılacak. Kalan alanlar tarıma ve doğal kuş cennetlerine ayrılacak.
Resim 3-4-5 – Dongtan Şehri – Çin**
Karadeniz Bahçeleri-Bulgaristan
Motorlu araç kullanımına izin verilmeyecek bu kasabalarda, toplam 15 bin 400 kişinin konaklaması bekleniyor. Kasabaların yapılaşmasında kullanılacak olan malzemeler, yerel ve sürdürülebilir kaynaklardan edinilerek yapıların düşük karbon esaslı bedenlerini oluşturmada anahtar olacak. Tepeciklere yerleşim ve peyzaj düzenlemeleri de deniz görüşünü arttıran nitelikte şekillenecek; mevcut yeşil doku ve olgun ağaçlar korunarak bölgenin mikro-kliması muhafaza edilecek. Projenin barındıracağı diğer sürdürülebilir stratejiler arasında tüm yıl boyunca kasabaların enerji ihtiyacını karşılayacak olan santralin biyoyakıtlarla beslenmesi de var.
Resim 6-7- Karadeniz Bahçeleri-Bulgaristan **
Sonuç ve Öneriler
Açıkçası dünyayı sömürmeden, diğer canlı türleri ve yerel kültürleri yok etmeden de ihtiyaçlarımızı karşılayıp güzel bir dünyada yaşamamız mümkün.
Yeter ki hayal kuralım, inanalım, birbirimizi dinleyelim, düşünelim, planlayalım ve sabırla uygulayalım.
Hala Dünyayı, bozup bozup defalarca yenisini yapabileceğimiz bir kumdan kale sanıyoruz.
Oysa dünya koca bir ağaç, biz üzerinde yaşadığımız bu ağacı kurutuyoruz.
Ve başka bir dünya mümkün,
hepimiz biliyoruz…
Saygı ve sevgilerimle
Hakan Ozan Erzincanlı